Afrika’da geçirdiğimiz her gün, bir önceki günden daha verimli geçiyor.
Bir yandan Türkiye’nin muhtelif bölgelerinden gelip burada çalışan vatandaşlarımızla tanışmaya devam ediyoruz, bir yandan da buranın yerlisi olan yeni yeni kimselerle tanışıp kaynaşmaya çalışıyoruz.
Sağlam referanslarla zincirleme bir şekilde tanıştığımız insanlarda iki mühim hususiyet ön plâna çıkıyor: Birincisi, tevâzu ve mahviyet; ikincisi, gayret/çalışkanlık ve dürüstlük.
İster yerli, ister yabancı menşeli olsun, zikrettiğimiz bu hususiyetlerle kendini bulunduğu çevreye kabul ettirmiş kimselerle dostluk, kardeşlik, arkadaşlık kurmak, insana huzur ve mutluluk veriyor. Bu sayede, en ağır hayat şartları kolaylaşırken, çekilmez zannedilen sıkıntıların bile üstesinden rahatlıkla gelebilme gücünü, kuvvetini, enerjisini kendinizde hissetmeye başlıyorsunuz.
*
İşte, biz de bir vesile ile ilk defa geldiğimiz Afrika Kıt’ası’nda böylesine gayretli, çalışkan, dürüst, mütevazı ve kibirsiz insanlarla dostluk kurmaya ve onlarla haşır-neşir olmaya gayret ediyoruz.
Bu bahtiyar insanlarla tanışmamız da, haliyle çeşitli vesilelerle mümkün oluyor. Misal: Camide, Cumada, ofiste, şantiyede, inşaat sahasında, bağ-bahçe gibi muhtelif yerlerde…
Samimî olduklarımızla, zaman zaman gruplar halinde oturup sohbet ediyor, çay-kahve içiyor, bazen de dinî-imanî bahislerden dersler yapıyoruz.
Okuduğumuz imanî hakikatleri, Hafız Muhammed kardeşimiz hemen anında Fransızcaya tercüme ederek umumun istifadesine sunuyor.
Resimde gördüğünüz sohbet ortamında bulunan arkadaşların hepsi Türkçe biliyor değiller. Yerlilerin mahalli dili var. Ama, resmî dilleri Fransızca. Dolayısıyla, Türkçe bilen-bilmeyenlerin hemen tamamı Fransızca biliyor. Dolayısıyla, biz metinler Türkçe orijinalinden okurken, Hafız Muhammed kardeşimiz gibi her iki dili bilenler, okuduklarımızı (gariptir ki) hiç zorluk çekmeden anında Fransızcaya tercüme ederek, okunan aynı manaları cemaate aktarmış oluyor. Böylelikle, herkes okunanlardan hissesini alıyor. Herkes kendine düşen payı-hisseyi alınca, aramızdaki insanî kaynaşma gibi, kardeşlik duyguları da iyice pekişerek kuvvet kazanmış oluyor.
*
Yerli insanların bizim gibi beyazlara karşı olan saygılı davranışlardan bir başka mana daha okunuyor. Şöyle ki: Avrupa’dan gelenler, yine eski sömürgeci ruhu üzerlerinde taşıyor. Bu yüzden, yerlilere normal insanlarmış gibi davranmıyorlar. Kendilerini siyahilere nazaran daha üstün bir ırk gibi görüyor ve kafalarına yerleşmiş olan bu sakim düşünceyi ister istemez fiillerine de yansıtıyorlar.
Müslüman beyazların inancı da, tavrı da onlardan farklı. Siyahî de olsa, bu insanlara insanca ve Müslümanca davranıyor. İş ve çalışma hiyerarşisi dışında, kimse kimseye üstünlük taslamıyor. “Mü’minler kardeştir” hakikatine ayine olmaya çalışıyor. Bu selâmetli tavır, haliyle yerli ve siyahî insanlar üzerinde pek müsbet bir tesir hasıl ediyor. Biz de bunu yüzlerinden, gözlerinden, sözlerinden okuyup anlayabiliyoruz.