"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Efsunkâr hürriyet

M. Said ZEKİ
09 Temmuz 2018, Pazartesi
‘Hürriyet Kasidesi’ne geçmeden önce kaside hakkında biraz bilgi toplayalım. Konuya meraklı olanlara ilginç gelebilir.

Kaside, belli bir amaçla yazılmış şiirlerdir. Genellikle din ve devlet büyüklerini övmek için yazılır. Nazım birimi beyittir. Beyit sayısı çoğunlukla 33 ile 99 arasındadır. İlk beytine ‘matla”; son beytine ‘makta”; en güzel beytine “beytül kasid”; şairin adının ya da mahlasının geçtiği beyte de “taç-beyit” denir. Konularına göre tevhit, münacat, naat, methiye olmak üzere türlere ayrılabilir.

KASİDENİN BÖLÜMLERİ

Nesib (teşbib): Kasidenin giriş bölümüdür. Bir tabiat tasvirinin yapıldığı veya sevgilinin güzelliklerinin anlatıldığı bölümdür. Bu bölümün konuları bahar, kış, yaz, Ramazan, bayram, nevruz, gül, sümbül, güneş, söz ustalığı, kalem, gece, savaş, at veya bir güzel olabilir. Kasideler bu bölümde ele alınan konuya göre adlandırılır.

Girizgâh: Asıl konuya giriş yapmak üzere düzenlenmiş en fazla iki beyitlik bölümdür.

Medhiye: Kasidenin sunulduğu kişinin, yani padişahın veya bir devlet büyüğünün övüldüğü bölümdür. Bu bölümde abartılı ve sanatlı bir övgü vardır.

Tegazzül: Şair, genellikle medhiyeden sonra arada bir gazel söyler. Bu bölüme tegazzül adı verilir. Tegazzül bölümü her kasidede bulunmaz.

Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölümdür. Burada da şair abartılı bir ifade kullanır.

Duâ: Şairin, kendisi, daha çok da övdüğü kişi için Allah’tan yardım dilediği, duâ ettiği bölümdür.

ÜNLÜ KASİDELER

Kasîdetü’l-Bürde Kâ‘b b. Züheyr’in (ö. 24/645 [?]) Hz. Peygamber’e sunduğu ünlü kasidesi günümüze kadar gelmiştir. Su Kasidesi (Fuzulî), Güneş Kasidesi (Ahmet Paşa), Kaside-i Adem (Akif Paşa) ve Hürriyet Kasidesi (Namık Kemal) bu türün en iyi örneklerinden bazılarıdır. Nedim ve Nef’i’ de kaside yazan ünlü şairlerdendir.

Fuzuli’nin yazdığı ve redifinden dolayı “Su Kasidesi” diye anılan bu manzume, başındaki “Kaside der na’t-i Hazret-i Nebevi” ifadesinden de anlaşılabileceği gibi aslında bir naattır.

Divan Edebiyatı’nda gerçek anlamda ilk kaside şairi olarak kabul edilen Bursalı Ahmet Paşa’nın redifi “güneş” olduğu ve nesip kısmında güneş konu edildiği için “Güneş Kasidesi” diye adlandırılan şiir Fatih Sultan Mehmed’e sunulmuştur. Padişahın babası II. Murad’ın çevresindeki şairlerden İvaz Paşaoğlu Atâyî’nin adı geçen sultana sunduğu kasideye naziredir.

KİŞİLERE DEĞİL KAVRAMLARA KASİDE

Edebiyat tarihimizde “varlığa karşı yokluğu yücelten şiir” olarak bilinen “Kaside-i Adem” adlı eser, Akif Paşa’ya aittir. Tanzimat öncesi artık kişilere değil kavramlara kaside yazma geleneği başlamıştır. Namık Kemâl’de hürriyet kavramında örneğini bulur. Sansür, sürgün ve hapislerin egemen olduğu bir hayat tarzı içinde hürriyet, en çok telâffuz edilen ve tüketilen kelimeler arasındadır.

KASİDEYE VERİLEN BAHŞİŞ: CÂİZE!

Kaside karşılığı Şairlere câize adı altında bahşiş verilirdi. Verilmeyince küser veya istemek için bir şiir daha yazardı! II. Murad devri şairleri arasında olan Hâkî, bir şiirinde (Gel begüm sen vezâretün bana ver/ Beni medh eyle gör sehâ nic’olur) diyerek, bahşişini alamadığı vezire seslenmiş ve bu yolla câizesini istemiştir. “Câize” adı verilen bahşiş, maalesef şairi yönetenin emrine sokmaya ve onun borazanı, yağdanlığı yapmaya devam edip gidiyordu. Tek adam sistemi böyledir hep. “Yaşa, varol padişahım” dediğinde bayramın oluverir. Keseler düşer avuçlarına... Tek adam yönetiminde, o tek adamın iki dudağının arasıdır her şey. Kurtulmak da, zengin olmak da veya bir anda zindanı boylamak da mümkündür.

Şairler hem câizeden, hem de zindandan nasiplerini çokça almışlar. İstibdat gördüklerinde felekten şikâyet etmişler.

İSTİBDATIN MÂNÂSIYLA ZEHİRLENMEK

“Sual: Ulema-i eslâf (Daha önceki âlimler) istibdadın fenalığından bahsetmişler mi?” Cevap: Bin kere evet. Zira ağleb-i şuarâ (şairlerin çoğunluğu) kasidelerinde, çok müellifler kitaplarının dibacelerinde zamandan şikâyet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişler. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki: Bütün itirazat okları, mazinin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider. Ve işiteceksiniz ki, bütün vâveylâlar istibdat pençesinin tesirinden gelir. Gerçi istibdat görünmüyordu ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânâsıyla tesemmüm ederdi. Ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhiler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryat koparırlardı. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünkü karanlıkta ve toplanmamıştı.”

Bak, gereksiz şeylerin içinde nasıl da kalakaldılar. Ne zaman saadet önlerini aydınlatsa reislerini överler; ne zaman da üzerlerine karanlık çökse zamanı kötülerler. (Münâzarât)

NAMIK KEMAL VE HÜRRİYET KASİDESİ

Divan edebiyatında kaside yazma geleneği Tanzimat’tan sonra da sürmüş, hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaside düzenleyen şairler çıkmışsa da modern Türk şiiri kasideyi tamamen terk etmiştir.

Hürriyet Kasidesi, çeşitli yenilgiler, geri kalmışlık ve efendilikten aşağılanmaya giden süreçte iradesini ve direncini kaybedip nispeten içine kapanan bir toplumu, sahip olduğu değerlere yeniden işlev kazandırarak bir bakıma onu yeniden var etme sevdası ve amacını güden bir manzumedir. Şairin üslûbu inandığını söyleyen bir adamın sesi olarak yankılanır. Hürriyet Kasidesi’nde Padişah ya da devlet büyüklerine yazılan kasidelerin yalan ve belâgat oyunlarıyla dolu dünyasından, birdenbire bir meydan okuyan adamın yüreklere nüfuz eden kararlı ve tekin sesi ile karşılaşırız.

İZZETLE ÇEKİLMEK! 

Âkif Paşa:

“Ahter-i matlabım âfâk-ı felekten doğmaz Günde bin şey doğurur leyle-i hublâ-yı adem” (Yokluk gecesi günde bin şey doğurur; fakat benim isteklerimin yıldızı göğün ufuklarından bir türlü doğmaz) diye sitem ederken; Namık Kemal:

“Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten/ Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı Hükûmet’ten”

(Çağın değer yargılarının doğru yoldan ve samimiyetten sapmış görerek, biz de kendi arzumuz ve izzetimizle Hükümet kapısından ayrıldık) diyerek bir duruş sergiler.

Bu beyit bir ideali, hayat görüşü, değer yargısı ve irade sahibi bir adamın ‘duruş’unu sergilemektedir. Geçerli olana uymak ve rahatını bozmamak yerine; yeni bir değerler sistemi kurmanın, bozuk olanla savaşmanın ve yeni bir nesil idealinin savaşıdır bu.

İSTİFA ETME CESARETİ

Bilindiği gibi Osmanlı devlet yönetim sistemi içinde bürokratların bir göreve gelip gitmeleri tamamen irâde-i seniyye ile mümkündü. Görevden alınmadıkça bir bürokratın rahatını ve elinde bulundurduğu nimetleri terk edip istifa etmesi düşünülmezdi bile. Ancak Sultan, sadrazam ya da ilgili vezir tarafından böyle bir tasarrufa girişilebilirdi. İkbalin neredeyse tamamen devlet kapısında olduğu bir toplumda böylesine bir tavır koyabilmek için herhalde Namık Kemâl olmak gerekirdi.

Ya da “Medeniyetinizden istifa ediyorum” diyerek İstanbul’u terk eden, kendisine yapılan rüşvet kabilindeki bütün teklifleri reddederek “Ben ekmeksiz yaşarım; hürriyetsiz yaşayamam” diyen, yapılan zulümleri zalimlerin yüzüne çarpan, “Zalimler için yaşasın Cehennem!” diye haykıran Bediüzzaman olmak gerekirdi.

Hürriyet Kasidesi’ne haftaya devam edelim inşallah.

Okunma Sayısı: 3892
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı