Taha Abdurrahman “İslâm dünyasındaki problemleri çözmek için, ortaya çıkan bütün siyasî hareketler küçük ve cüz’idir. Fikrî, ilmî ve ahlâkî hareketler ise, büyük ve küllîdir” diyor.
Ona göre “İslâm ümmetini, siyasetten başka bir değişim yöntemi olduğuna ikna etmek imkânsız gözükse de; bu imkânsızı başarmaktan başka bir çaremiz yoktur.”
Mutlaka topuz yerine nur göstermek zorundayız. “Topuzlar, siyaset cereyanlarıdır. Nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir.”
***
Taha Abdurrahman’a göre, Kopernik, yeryüzü ve güneş arasındaki anlayış biçiminde nasıl bir devrim yaptıysa; Bediüzzaman da, Risale-i Nur ile düşünce dünyasında, felsefe ve hikmet anlayışında benzer bir inkılâp yaptı.1
Bediüzzaman, varlığa mânâ-yı harfîyle bakılması gerektiğini söyler. Yaratıcıdan koparıp sebeplere bağlayan mânâ-yı ismî bakış açısını eleştirir.
NURLAR NİÇİN BU KADAR TESİRLİ?
Fas’ın büyük mütefekkirlerinden biri olan Taha Abdurrahman, Said Nursî’yi bir sempozyum vesilesiyle tanır. Risale-i Nurları dikkatle tetkik eder.
Araştırmalarında, Nursî’nin çok uzun ve yoğun bir tahsil hayatı olmadığını görür. Ömrü hapis, sürgün ve işkence altında geçmiş bir adamın, bu kadar kısa eğitim süreci sonunda bu kadar kitabı yazmasının normal şartlarda mümkün olmadığını düşünerek sebebini araştırır.
Kalblerde ve ruhlarda bu derece tesir eden böyle bir eserin arkasında, kuvvetli ve kesif bir ibadet olduğunu tahmin ederek, ısrarla Nursî’nin evradını soruyor.
Onun ibadet hayatını, okuduğu münacatları ve zikirleri görünce şunları söyler:
“İşte bu, Muazzam Külliyat’ın menbaı... Benim kanaatim, Üstad Nursî’nin içinde bulunduğu ağır şartlar ve yoğun evrad, ezkar eseri olarak kendisine Risale-i Nurlar ilham edilmiştir.”
Bediüzzaman Said Nursî, zikir konusunda gerçekten çok titiz davranmış, en ağır zamanlarda dahi zikrini terk etmemiştir.
“ASIRLARA GÖRE ŞERİATLER DEĞİŞİYOR”
İlim, fen ve felsefe asrında yaşıyoruz. Bu ise beraberinde şüpheciliği ve ispatı getirmiştir. İnsanda asrının gereklerine ayak uydurma iradesi mevcuttur. İnsan kendi zamanına entegre olmalıdır.
Elbette her düşüncenin, fikir akımının, inancın geçmişte kökleri olduğu gibi; gelecekte de uzantıları vardır. Belli bir döneme hasredilmeyi kabul etmez.
Şeriatın iman, ibadet ve ahlâk kısmı değişmese de; insanların içtimaî, kültürel ve siyasî hayatına ait düsturlar değişiyor. Anlayış ve kavrayış şekilleri başkalaşıyor. Her zamanın imtihan şartları farklıdır.
Akif: “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” diyor. Bu bir bakıma asrın ruhunu yakalayabilmeyi, kendi zamanına entegre olmayı ve İslâm’ı iyi anlamayı vurgulamaktır.
Her asrın manevî hastalığı ve ihtiyaçları birbirinden farklıdır. O asırda gelen âlimler, Kur’ân eczanesinden aldıkları ilâçları toplayıp ümmetin istifadesine sunarlar. Risale-i Nur da; asrımızın anlayış ve ihtiyacına göre yazılmış bir Kur’ân tefsiridir.
RİSALE-İ NUR, FELSEFE VE HİKMET
Taha Abdurrahman’ın tanımıyla; “Müslüman filozof kendini tanımalı, düşünce ve davranışlarında Hz. Peygamber’in ahlâkını takip etmelidir. Müslüman bir filozofun Hz. Peygamber’i örnek alarak ulaşabileceği en yüksek mertebe ‘sıddıkiyettir’.”
Bir Peygamber vârisi olan Said Nursî’nin tesiri yalnızca Türkiye ile sınırlı değildir. Eserleri dünya dillerine çevrilmiştir. İslâm dünyasının ve insanlığın bu hakikatlere ihtiyacı vardır.
Dipnot:
1- Said Nursî, Felsefe ve Hikmet, Taha Abdurrahman, Pınar yayınları-2025