Hayatı dengeli bir şekilde yavaşlatmak, hayatın farkına varmaktır. Hız ve haz asrı olan şu zamanda insanlık, özelde gençlik fast-food kültürü ile yaşıyor. Hızlı, daha hızlı, daha, daha... Evet ‘hayırlı işlerde acele etmek’ lâzım; ama ‘acele işe şeytan karışacağı’ da bir gerçek!
“KULLAN VE AT!”
Fast-food kültürüne selpak kültürünü de eklemek mümkün. Kullan ve at!
Her şeyi, ama her şeyi kullan ve at! Dinî ve millî değerleri de kullan. Belli hassasiyetin yoksa, nasıl olsa amaca giden her yol mübah (!) Adaletmiş, ahlâkmış, haksızlıkmış.. önemli değil.
En kutsalını menfaatine alet ettikten sonra, sosyal ve siyasî değerlerin ne önemi var.
Ne olursa olsun; yeter ki o işte menfaatin olsun! O an gerektiriyorsa al, kullan ve at. Gömlek değiştirir gibi arkadaş, dost ve çevre değiştir. Canını sıkan ne varsa ‘delete’ tuşuna bas ve sil. Arkanı dön, hiçbir şey olmamış gibi davran.
İskeletsiz, omurgasız, niteliksiz bir hayat anlayışı. İnsanca yaşamak bu değil dostum.
“BİR KAŞIK SUDA BOĞULDUM!”
Bugün sabrımın zorlandığı günlerden biri. Anlatsam şaşarsın. Sığlığına şaşarsın, beni nasıl yıprattığına şaşarsın. Boğulduğum bir kaşık suyun, bana yaptığına şaşarsın. Ben de şaştım kendime dostum. Ve ilk iş yavaşladım. Pencereyi açtım sonra. ‘Sabır ver Allah’ım’ dedim arka arkaya. Zikir, fikir ve şükür ver. Derin derin nefes aldım üç kere. Kalbimin sakinleştiğini hissettim, manasızlığına güldüm telâşemin. Nereye yetişecektim ki ben? Bir sonu olacak mıydı bu koşturmanın?
.....
“Yağız atlı süvari koştur atını koştur /
Sonu ölüme çıkar bu yolun kıvrımları.”
“AĞAÇLAR VE KUŞLAR DA KÜSER!”
Ağaçları ne zaman fark etmiyorum biliyor musun dostum? Yavaşlamadığımda... Kendimi hayatın manasız telâşına kaptırdığımda... Dallarındaki kuşlar, yaramaz sincaplar da görünmez oluyor işte o zaman bana. Mor menekşe de uğramaz oluyor sohbetlerimize. Küsmüşüz, dargınız gibi hepsi gidiyor benden öteye.
Bir ağacı küstürmeyi göze alamazdım. Fark edince olanı, başımı yavaşça göğe kaldırdım. Usûl, sakin salınışını gördüm yeniden ağacımın. Tek yaprağı kalmamış haliyle bile, nasıl güzel, nasıl da haşmetliydi öyle. Yıldızı, yaldızı dökülmüş; kişilik oturmuş, duruş çıkmıştı
şimdi öne. Koşmuyor, telâşa kapılmıyordu hiç. Varlığının manası bütün bedenini sarmış; O’nu hissediyor, O’na şükrediyordu yerinde. Tefekkürü huzur veriyordu.
‘YAVAŞ YAVAŞ ACELE ETMEK!’
Sen de hayatına bir göz atsan, benzer şeyler bulacaksın eminim. Anı idrak eden, daha mutlu oluyor. Sükûnetin kıymetini dünya da keşfetti bugünlerde. ‘Yavaş şehirler’ boşuna mı daha çok tercih ediliyor?
Yavaşla ve hayatın tadını çıkar dostum. Sevdiklerine ve kendine zaman ayır. Hızın ayartıcı hazzına kapılmadan, serin ve soğukkanlı...
Her şeyi yerinde ve zamanında yapabilmek, doğrusu büyük marifet. Uzaydan gelmiş birinin merakıyla kâinat kitabını okumak, Yaratan’ın sanatının farkına varıp takdir etmek, verdiği bunca nimete sabır içinde şükretmek... Ve tabi ki yavaş yavaş acele etmek...
HAYATIN TEKRARI YOK!
Tembelliğe ve rehavete düşmeden, hız tutkusuna da kapılmadan... Dünya telâşına aldanıp kök salma telâşıyla değil; bir misafir, bir yolcu hafifliğinde yaşamak... Havanın suyun, eşin dostun, sevdiklerimizin ve görevlerimizin farkına vararak.. Her günün kıymetini bilip, anı hissederek ve bir sanat icra eder gibi yaşamak güzel, bu dünyada. Haydi öyleyse, ha gayret!
Unutmayalım ki hayatın tekrarı yok dostum!