Nereye doğru gidiyoruz, geleceğimiz nasıldır ve nasıl yaşanacaktır? Hayatın ileriki safhalarında neler olup bitecek? Bunlar şimdiden bilinemez. Daha doğrusu mecrasında bulunduğumuz ve içindekileri belirlenmiş, müstakar bir noktaya doğru sürükleyen zaman nehri nereye akar, nerede durur biz bilemeyiz.
Zahiren görülüp bilinen, süreklilik halinde, hayata göz açıldıktan sonra, ama kısa ama uzun, bir vakt-i muayyen yaşandıktan sonra feri çekilen gözler yumulup bir meçhûle doğru uğurlanmadır. Buraya geliş neden’dir, neredendir ve gidiş nereyedir? İnsanoğlu, nefes aldığından itibaren kendine bu sualleri sorar ve hahişle cevap bulmaya çalışır.
Büyük şairimiz merhûm Yahya Kemâl, Sessiz Gemi adlı hüzün yüklü o harika şiirinde bu esrarengiz yolculuğu kelimeleri ağlatır gibi ne de güzel anlatır:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.
….
Birçok gidenin her biri memnûn ki yerinden
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Gidenlerin yerlerinden memnûn olup olmadığını bilemeyiz, fakat kesin olarak bildiğimiz şu dünya hayatına dönmedikleri, dönemedikleri ve dönemeyecekleridir. Bu akıbet, yaşamakta olduğumuz hayatın en büyük, en mühim ve en katı gerçeğidir.
Dönüş dünyaya değildir elbette. Çünkü “O’ndan (kudretinden) gelmiş ve yine O’na (rahmetine) dönücüleriz.” Sadece bizler mi? “Her şey ve her iş O’na döndürülecektir.” Evet, döneceğiz ki, bu kesin dönüş, bütün peygamberlerin insanlara bildirdikleri en büyük haberdir.
Dönüş olacak; gelinen yere dönülecek. O halde dönüşe hazırlanmalı ve her daim hazırlıklı olunmalı. Hazreti Peygamber bir hadisinde bu vakt-i merhûn’un her an olabileceği gerçeğini “Yarın ölecekmiş gibi” gidilecek yer için hazırlıklı olmayı tavsiye etmemiş miydi?
Bediüzzaman’ın “Hazırlanınız; başka daimi bir memlekete gideceksiniz!” ikazı da yolcu olduğumuzu, başka yerlerden uğraya uğraya bu âleme geldiğimizi, yolculuk serüveninin başka menzillerde de belirli sürelerle duraklayarak devam edeceğini şu sözlerle hatırlatır bize: “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”
Her uğrak yeri yolcunun hazırlığına göre, önceden gönderdikleriyle donanmış olacaktır. “Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” (Āl-i İmrān/182) Öyle bir yük ki, kişi ne yaparsa yapsın, onu gönderenden asla ayrılmayacak; kimini sevindirip yüzünü ağartacak, kimini utandırıp yüzünü karartacak. Oralarda pişmanlığın, yakınıp dövünmelerin, “keşke”lerle hayıflanmaların hiçbir faydası olmayacak.
Bir yolculuk ki yükü ağır olanı ezecek. Kişiyi menzil-i maksûduna, hedefine ulaştıramayacak. Dünyada yaşanan her hal o yolculuğun yüküdür ve failinin zimmetindedir. “Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.” (82-İnfitar/11-12) Her şey kaydedilmiş, her yapılanı yazılmıştır. Yazılanların hepsi yapıp işleyene yarın birer birer sorulacaktır: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (75-Kıyame/36)
O gidilecek yerde hiçbir şey unutulmadan, ihmâl edilmeden, en küçük şeyden en büyüğüne kadar, “Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?” (102-Tekâsür/8) her şeyin hesabı sorulacak; her sözün, her fiilin, her yapılanın veya yapılmayanın. “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını (karşılığını) görecektir.” (99-Zilzal/7-8)
Şu halde her yapıp ettiğimiz, her işimiz ve işlediğimiz, her sözümüz ve söylediğimiz kayd ediliyorsa bütün bunlar boşuna mıdır? “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (36-Yasin/65). O gün herkese kendi kitabı kendisinin elinde ve diliyle okutulacaktır. “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’ denilecektir.” (17-İsra/13-14)
İmtihan yeri zorluklarla, belâ ve musîbetlerle, hastalıkla, sağlıkla, varlıkla, darlıkla, yaşanmakta olan hayatın pek çok zorluklarıyla çetin bir sınanma yeridir. Yolculuğun güzergâhı belirlenmiştir.
Güzergâh boyunca her yere uyarıcı işaret levhaları konulmuş, yolun hudutları da tayin edilmiştir. Lüzûmlu yerlerde görevliler (enbiya ve evliya) yolculara istikamet verip gidişin usûl ve erkânını hatırlatıyor. Ve bazen de uyarılıyor: “Nereye gidiyorsunuz?” (81-Tekvir/26) diye. Gerçekten de bu gidiş ve böyle bir gidiş nereyedir?
Bugünkü teknik ve teknolojik imkânlarla anlıyoruz ki, nasıl ki yol boyunca çeşitli yerlere konulmuş kamera ve radarlarla yolda seyir halindeki yolcunun bütün ahvali kaydedilerek bir başka merkeze gönderilip orada saklanıyor. Yapılan tetkiklerle yolun hudut ve kurallarını ihlâl edenlerin bilâhare hatırları soruluyor. Aynen öyle de, bu sınanma yerindeki yolculuk esnasında, maruz kalınan ve muhatap olunan her hâl ve her durum kayd edilip hesap görülecek yere gönderiliyor.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (59-Haşir/18)
Yaşayanlar için şimdilik dünya yolculuğu devam ediyor. Bugün, yolumuzun istikametini düzeltip, yolculuğun gidişatını erken veya geç te olsa, tamir ve/ya ıslâh imkânımız henüz var. Varılacak yere ulaşmadan, henüz defterler dürülüp mühürlenmeden her nefes alanın halen bir şansı vardır.
Hazreti Peygamber (asm) Efendimizin buyurduğu üzere, “dünya ahiretin mezra’ası (tarlası)dır” hadisiyle, burada ekilen danelerin orada hasat edileceğini ders vermiştir. Zaten harmanda hasat edilenler tarlada ekilen şeylerin neticesidir. Rüzgâr ekenin fırtınayı biçeceği gibi…
Yarın aslında dündür. Yarınımız dün ve bugün işlediklerimizin meyvesi olacaktır.
Gelecek aslında geçendir. Herkes şimdiden yarına ne/ler gönderdiğine baksın, çünkü istikbâl, geçen zamanın ya kârı, ya zararıdır.
O halde şu ömür sermayesinden bir an’ı bile faydasız ve semeresiz geçirmeden “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel” (94-İnşirah/7-8)