Ülkemizin dış politika gündeminde bir süredir Libya konuşuluyor. Bunun sebebi ise Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan ve Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının sınırlarını belirleyen antlaşmadır.
Aslında Türkiye-Libya Antlaşması’nın imzalanmasının sebepleri arasında, Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî ve Müslüman Kardeşler’in Hürriyet ve Adalet Partisi iktidarına karşı yapılan 3 Temmuz 2013 darbesini de göstermek doğru olacaktır. Çünkü darbenin lideri General Abdel Fatth El-Sisi ve yönetiminin, darbenin hemen sonrasında, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz aramaya yönelik Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan arasında yapılan görüşmeler neticesinde varılan andlaşma söz konusudur. Adı geçen ülkelerin girişimi ile Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı eksen oluştuğu da muhtemeldir. Petrol ve doğal gaz arama girişimlerine daha sonra Lübnan’ın da eklendiği iddialar arasındadır. Özellikle geçtiğimiz aylarda Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın, Osmanlı dönemi hakkında olumsuz ve tarihi gerçekleri çarptıran beyanlarının Doğu Akdeniz’in gündemde olduğu bir döneme denk gelmesi ise, klişe bir ifadeyle manidardı. Suriye’nin de, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama girişimlerine Rusya ile beraber başladığı gelen haberler arasındadır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e arama ve sondaj gemileri göndererek yer altı kaynaklarının arayışında olması ve Libya ile imzalanan Antlaşma, Ege ve Akdeniz’de tarihsel rekabet halinde olan Yunanistan’ı harekete geçirmiştir. Yunanistan hukukî alanda Lahey Adalet Divanı’nda ve politik sahada da Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa Birliği (AB) gibi uluslar arası düzeyde harekete geçti.
Arap Baharı sürecinde eski Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin 20 Ekim 2011’de öldürülmesi ile birlikte ülke, kaosun derinleştiği bir döneme girmişti. Kaddafi sonrasında Trablus’ta, Libya’nın BM nezdinde tanınan uluslar arası hükümeti, Fayez El-Sarraj liderliğindeki Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’dir. Diğer önemli unsur ise, ülkenin doğusunda etkinliği bulunan Tobruk’daki General Halife Hafter öncülüğündeki gruptur.
Müslüman Kardeşler taraftarı olduğu iddia edilen El-Sarraj’ın karşısında, Hafter’in Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BEA), Mısır, Rusya, ABD ve Fransa’dan destek gördüğü uluslar arası basında yer alıyor.
Libya’da El-Sarraj karşısında, Vehhabi destekli Hafter’in sivil yerleşim yerlerini hedef aldığı ve terör suçu işlediği belirtilmektedir. Trablus’taki Ulusal Hükümetin Dışişleri Bakanı Muhammed Seyyale, sivilleri ve kamu binalarına saldırı düzenleyen Hafter’in “savaş suçlusu” ilan edilmesi için BM Güvenlik Konseyi’ne başvuruda bulundu.
Bugün Libya güvenlik ve istikrarın olmadığı bir ülkedir. Türkiye ile Libya arasındaki Andlaşma 27 Kasım 2019’da imzalanmış olup, 26 Aralık 2019’da 30990 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anlaşma’dan hemen sonra Libya’nın asker talebi üzerine, Türk askerinin Libya’ya gitmesi gündemdedir.
Yemen ve Suriye incelendiğinde uluslar arası aktörlerin vekalet savaşları sürdürdükleri görülmektedir. Bir de Wagner Group ve Blackwater vb. yapıların paralı askerlerinin faaliyetleri söz konusudur. Wagner Group özel askeri şirket şeklinde tanımlanmakta ve Wagner’in paralı askerlerinin Suriye, Sudan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Libya ve Ukrayna gibi ülkelerde operasyonlara katıldıkları iddialar arasındadır. Wagner’in sahibi Rus işadamı Yevgeny Prigozhin olduğu ileri sürülüyor. Aynı durum Blackwater için de geçerli. Blackwater hakkında Jeremy Scahill’in 2007’de kaleme aldığı “Blackwater: The Rise of the World’s Most Powerful Mercenary Army (Blackwater: Dünyanın En Güçlü Paralı Ordusunun Yükselişi)” adlı kitabı incelenmeye değer nitelikte. Kitapta özel askeri bir şirket olan Blackwater’ın paralı bir kuvvet olarak var olduğu iddia ediliyor.
Libya’ya asker gönderilmesiyle Türkiye, Hafter’in ordusu ve paralı askerler vd. unsurlarla karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla alınması muhtemel asker gönderme kararına ve sahada yapılacak faaliyetlere azamî dikkat edilmesi zorunluluktur.