"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dijital Çağ, İmanda “Tahkik” ve Risale-i Nur

Prof. Dr. İlyas Üzüm
23 Ocak 2024, Salı 00:04
İnsanlığın geçirdiği köklü dönemler itibariyle ifade etmek gerekirse, avcı ve toplama dönemi, tarım dönemi, sanayi ve endüstrileşme döneminin ardından “endüstri toplumu sonrası” ya da “endüstri sonrası çağı” yaşıyoruz.

Bilgi araçlarının yaygınlaşması ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı açısından ifade etmek gerekirse, “bilişim toplumu” veya “bilişim çağı” yahut “enformasyon toplumu” veya “enformasyon çağı” yaşıyoruz. İnternet kullanımının yüksek oranlara ulaşması, akıllı telefonlar ve sosyal medya kullanımının revaçta olması bakımından ifade etmek gerekirse, “dijital toplum” ya da “dijital çağ”ı yaşıyoruz. Rivayetlerde belirtilen alametlerinin çoğunun çıkması sebebiyle, dinî terminoloji ile ifade etmek gerekirse, “ahir zaman”ı yaşıyoruz. İlaveten yaşadığımız dönemi ifade eden “elektronik çağ”, “siber toplum veya siber çağ”, “sanayi ötesi çağ”, “post-modern çağ” gibi terimler kullanıldığını da biliyoruz.

Hangi isim ya da terimle ifade edilirse edilsin, yedisinden yetmişine neredeyse herkesin evinde bilgisayar, elinde akıllı telefon bulunduğu dikkate alınırsa çağımızı en iyi ifade eden tanımlamanın “dijital çağ” olduğu söylenebilir. Nitekim “We are social 2023 Raporu”nda yer alan tespitler de bunu gösteriyor. Rapora göre dünyada cep telefonu kullananların sayısı 5.44 milyar sayısına ulaşmış bulunuyor. Oran itibariyle bu sayı %68’e karşılık geliyor. Bir önceki seneye göre %2’ye yakın (1.9) artış gözleniyor. İnternet kullanımı dünyada bazı ülkelerde %99’a yaklaşmış durumda. Dünya sıralamasında 37. sırada olan Türkiye’de bu oran %83.4 şeklinde gerçekleşiyor. Sosyal medya açısından ise dünyada 4.76 milyar (%59.4), Türkiye’de ise 62.55 milyon (%73.1) insan aktif sosyal medya kullanıyor.1 Yine aynı Rapora göre dünyada internet kullanımın sebepleri arkadaş bulmak, müzik dinlemek, film izlemek, spor karşılamaları takip etmek, boş zamanlarını doldurmak, oyun oynamak gibi sıralanıyorsa da en üst oranı bilgi bulmak teşkil ediyor (%57.8). Ülkemizde ise bilgi bulmak için internet kullanımı oranı %73.2 ile daha yüksek seviyede seyrediyor. Belli hata payı olsa bile bu oranlar bize aynı zamanda internette yer alan bilgilerin ne kadar önemli olduğunu anlama imkanı veriyor. 

Diğer teknolojik gelişmeler gibi dijitalleşme birtakım avantajlar sağlamış olmakla beraber fert ve toplum hayatımız bakımından köklü değişikliklere yol açmıştır. İnsanların elinden düşürmediği cep telefonları sadece hayatın bir parçası değil, özellikle genç nesil açısından adeta iki elin yanında “üçüncü el” ya da beş parmağın yanında “altıncı parmak” gibi bedenin bir organı haline gelmiştir. Çağa adını veren dijitalleşmenin gerek dünyada ve ülkemizde, gerek fert ve toplum hayatında meydana getirdiği radikal değişiklikler psikolojiden sosyolojiye, siyasetten teolojiye kadar birçok alanda önemli inceleme ve araştırmalara konu olmuş ve olmaktadır. 

Hiç şüphe yok ki dijitalleşmenin etkilediği en önemli alanlardan birisi “inançlar”dır. Gerek internet sitelerinde, gerekse sosyal medya paylaşımlarında doğru-yanlış, eksik-fazla, yanlı-yansız adeta sayısız denecek çoklukta bilgiye ulaşılabiliyor. İslam dini açısından ifade etmek gerekirse, bu bilgiler içerisinde ayetlerin değişik meallerine ulaşmak, hadis kaynaklarını görmek, ayetlerin farklı bakış açılarına göre yapılmış yorumlarını okumak, fıkhî konular hakkında uzman görüşlerini almak vb. faydalı olanlar var; ama aynı zamanda bunlar arasında çarpıtmalarla zihin karıştıran, alt yapısı yetersiz kişilerde şüphe uyandıran, ifsat şebekelerince hazırlanıp kişileri inanç bunalımına itenler de vardır. Bu alanda yapılan araştırmalar dijitalleşmeyle birlikte din ya da kutsal hakkında sarsıntıya uğramaktan din değiştirmeye, din içi dalgalanmaya maruz kalmaktan dinden çıkmaya kadar geniş bir yelpazenin söz konusu olduğunu ortaya koymuştur. 

Bu alanda yapılan bazı araştırmalarda dijitalleşmeyle birlikte fertlerin aileden aldıkları dinî bilginin yeterli olmadığı, bu bilgiyle yetinen kimselerin farklı yorum ve itirazlarla karşılaştıklarında süreç içinde dini inançlarını reddetmeye kadar gittikleri tespitine yer verilmiştir. Bu durum bazı çalışmalarda “inanç göçebeliği” olarak anılan bir terimle ifade olunmuştur. Buna göre inanç göçebeliği “bir kimsenin kabul etmiş olduğu dinin inanç esaslarını, ibadet ve uygulamalarını hem zihniyet, hem davranış boyutunda terk etmesi, farklı dinler ve dinî gruplar arasında geçişler yaşaması, inanç ile inançsızlık arasında gidip gelmesi” biçiminde tanımlanmıştır.2 Aynı çalışmada imanın tanımında; a) iradî boyut, b) bilişsel boyut, c) duygusal boyut, d) davranış boyutu olmak üzere dört boyut bulunduğu, bunlardan birisinin eksikliği halinde iman noktasında ciddi sorunların yaşandığı belirtilmiştir. 

Bu hususta yapılan araştırmalar analiz edildiğinde karşımıza imanda “tahkik”in özel bir önemi olduğu gerçeği çıkmaktadır. İmanda taklid -en basit ifadesiyle- “bir kimsenin ailesi, çevresi veya güvendiği kişilerden hareketle iman esaslarını kabul etmesi”, tahkik ise “kişinin iman esaslarını delillere dayalı olarak benimseyip onaylaması” şeklinde tanımlanmıştır. Bakıldığında, Kur’an-ı Kerim’in başta Allah inancı olmak üzere iman esaslarını fiziki alemdeki ayetlerden yola çıkarak aklî bakımdan temellendirmesi “tahkik”in önemli olduğunu göstermektedir. Mesela ulûhiyetle ilgili olarak yerin ve göklerin yaratılışı, insanın anne karnında oluşumu, canlıların vücuda getirilişi, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi, yağmurun yağışı ve yağmurla topraktan nice yiyeceklerin bitirilmesi, rüzgarın hareket ettirilmesi… gibi fiziki ayetlere dikkat çekilmektedir.3 Yine Allah’ın birliği ile ilgili olarak “Eğer birden fazla ilah olsaydı yer ve göklerde düzen bozulurdu” diyerek aklî bir temellendirme yapılmaktadır.4 Yine Kur’an’da mesela öldükten sonra dirilmenin; ilk yaratılışa gönderme yapmak, kışın adeta ölmüş olan tabiatın baharla birlikte yeniden canlandırılmasını hatırlatmak gibi aklî delillerine işaret edilmektedir.5

Kur’an’ın istidlale verdiği bu önemden dolayıdır ki İslam tarihinde “inanç konularını aklî olarak temellendirmek, itirazcılar tarafından ortaya konulan şüpheleri gidermek” üzere “ilm-i kelâm” ortaya çıkmış ve X. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar çok özgün eserler kaleme alınmıştır. Daha sonra XX. yüzyıla kadar ilk dönem eserlerinin cem ve tahkikine dayalı çalışmalarla yetinilerek zayıflama söz konusu olmuş, son yüzyılda ise “yeni ilm-i kelâm dönemi” başlamış ve bu alanda bazı çalışmalar gerçekleştirilmiştir.6 Her ne kadar kelâm alimleri mukallidin imanının geçerli olduğunu ifade etmişlerse de Kur’an’ın tahkike dayalı imana vurgu yaptığını, dolayısıyla istidlali terk edenin sorumlu olacağını ifade etmişlerdir.7

İman esaslarının “tahkik” merkezli olarak delillendirilmesi konusunda; Kur’an’ın takip ettiği usûlü esas alan, insanı bütün halinde değerlendiren, ahir zaman şartlarında imana ve Kur’an’a gelen itiraz ve şüpheleri izale eden müstesna bir kaynak olarak Risale-i Nur’u görüyoruz. Bu devasa Külliyât Kur’an’ın usûlünü takip ederek imanın altı esasını aklın ikna olacağı, kalbin rahatça onaylayacağı bir muhtevada sunarak imanda tahkikin kapısını herkese ardına kadar aralıyor. Müellif bu konuda izlenen metodu şöyle tasvir ediyor: “Risale-i Nur iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, bürhânî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla hakka’l-yakîn derecesinde bir kuvvetle, zaruret ve bedahet derecesinde gelen bir ilme’l-yakîn ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu yol Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikatidir…”8 

Görüldüğü üzere müellif burada tahkikî iman mesleğinin metodolojik çerçevesini paylaşıyor. Biraz açarak ifade etmek gerekirse, bu meslekte şu temel özellikler bulunuyor: a) İman-ı bilgayb ciheti: Gizli olan, görmeye konu teşkil etmeyen anlamına gelen “gayb” Kur’an’ın imanla ilgili olarak zikrettiği çok önemli bir kavramdır. Ayette ifade olunduğu üzere müminler gayba iman ederler9. Görülen, aşikar olan için “iman” ya da “inanma” tabiri kullanılamaz. Dolayısıyla bütün iman esasları görmeye konu teşkil etme açısından gaybîdir, fakat delilleri itibariyle adeta şuhûd veya şuhûda yakın bir mahiyete ulaşması mümkündür. Risale-i Nur böyle bir delillendirme silsilesi ile muhataplarının imanını “şuhûda yakın” bir mertebeye ulaştırmaktadır. 

b) Sırr-ı vahyin feyzi: Sözlükte “suyun yatağından taşması” anlamına gelen “feyiz” kelimesi terim olarak “bütün bilgilerin ilahî kaynaktan akması” anlamına geliyor. Vahiy tamamıyla ilahî bilgi kaynağı olduğu için Kur’an’a dayalı, Kur’an’dan kaynaklanan açıklamalar özü itibariyle, hakkında hiçbir şüphe duyulmayan hakikatler demek oluyor. Bu çerçevede Risale-i Nur iman esaslarını felsefecilerin yahut birtakım düşünürlerin yaklaşımlarına göre değil, tamamıyla vahyin nuruna dayalı olarak işleyip ispat ediyor. Genel olarak her Risalenin başında bir ayet yer almakla beraber esasında metinler arkaplanda onlarca, belki yüzlerce ayetin “takatturâtı/damlaları” olarak gözleniyor.

c) Bürhânî ve Kur’anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla: Bir mantık terimi olan bürhan “doğruluğunda şüphe bulunmayan ve zorunlu bilgi doğuran kesin delil” anlamına geliyor ve aklı ikna eden bir ameliye ortaya koyuyor. “Kur’anî tarz” ise hem “Kur’an’ın kendi içinde takip ettiği aklî usûlleri, hem de insanın başta kalbi olmak üzere diğer duygularını tatmin ettiği yol” olarak anlaşılıyor. Bu çerçevede akıl ve kalp -deyim yerindeyse- el ele vererek iman esaslarını benimsiyor, böylece iman sadece ilim ya da akıl boyutuyla değil, bütün insanî latifeler tarafından özümsenen bir mahiyete ulaşıyor.

d) Hakkal-yakîn derecesine gelen bir kuvvet: Bilmeye dayalı bilgi (ilme’l-yakîn) ve görmeye dayalı bilgiden (ayne’l-yakîn) sonra hakka’l-yakîn kesinlik açısından en ileri derecede doğru bilgi anlamına geliyor. Akıl, kalp ve diğer insanî duyguların imtizacı sonrasında ulaşılan bu merhale imanda, -deyim yerindeyse- doruğu ifade ediyor. Her bir merhalenin kendi içinde pek çok mertebesi bulunmakla beraber Risale-i Nur, kendine bakan boyutu itibariyle iman hakikatlerini bu derece aşikar, -metindeki ifade ile- “bedahet derecesine gelen bir zaruretle” ispat ediyor, tasdike vesile oluyor.

Bu usûl çerçevesinde Risale-i Nur gerek Cenâb-ı Hakkın Vücûd-u Sübhânisini (varlığı) ve vahdaniyetini, gerekse meleklerin varlığı, haşrin gerçekliği, Hz. Muhammed’in (asm) risaleti gibi iman hakikatlerini güneş gibi ispat edip ortaya koyuyor. Diğer taraftan bu Külliyât imanı “bilişsel” boyutuyla delillendirmesi yanında, onun insanın duygu dünyasındaki tezahürlerine işaret ederek hayret, takdir, hamd, tesbih, şükür, huşû, secde, namaz, oruç gibi vahyî kavramlarla “duygusal ve davranışsal boyutu”nu da işleyip temellendiriyor. Dolayısıyla Risale-i Nur -Allah’ın inayet ve ihsanıyla- muhataplarına tahkik temelli, granit gibi sağlam iman kazandıran, hiçbir şüpheden etkilenmeyecek alt yapı tesis eden, ilaveten yüksek bir ubudiyet ve ihlas şuuru ile iman hakikatlerinin her açıdan kökleşmesini temin eden bir işlev ortaya koyuyor. Ayrıca, mesela ahir zaman hadislerinin anlaşılması, Resulullah’ın Hz. Zeynep’le evliliği gibi bazı eleştiri konularını müstakil soru halinde veya başka itirazları soru ya da tenkidi zikretmeksizin İslam, Kur’an, Peygamber-i Zişan (asm) hakkında ileri sürülen itiraz ve iddiaları ikna edici şekilde cevaplandırıyor. Bütün bunların yanında Risale-i Nur muhataplarını hem iman ve Kur’an hizmetine koşturmak, hem birbirlerinin dualarından istifade etmesini sağlamak, hem “şahs-ı manevi” şeklinde gelen küfrî cereyanlara karşı mukabele etmek üzere “şahs-ı manevi” oluşturuyor ve her vesile ile şahs-ı maneviye mensubiyete dikkat çekiyor.

Sonuç olarak global kültürün insanları derinden etkilediği, İslam ve Kur’an adına doğru veya yanlış bilgilerin uçuştuğu, alt yapısı eksik kimselerin inanç kimliklerinin zarar gördüğü “dijital çağda” Risale-i Nur; fiziki alemin şahitliğinde, insanî düzlemde, aklı ve kalbi doyuran, Kur’anî usûl ve yöntemle imdadımıza yetişen bir can simidi hükmünde görünüyor.     

Dipnotlar:

1- www.clicksus.com (erişim tarihi 16. 01. 2024)

2- Fikrullah Çakmak, “Dijital Çağın İnanç Problemi: İnanç Göçebeliği”, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 30, Haziran 2023, s. 14-15.

3- Mesela bk. Casiye 45/3-5.

4- Enbiya 21/22. Aynı zamanda bu ayet “bürhân-ı temânu”un da temeli olarak kabul edilir. 

5- Mesela bk. Yasin 36/79-80; Rum 30/50.

6- Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul 2013, s. 25-46.

7- Geniş bilgi için bk. Ahmed Bedevî S. Muhammed, “Mevkıfü’l-mütekellimîn min imâni’l-mukallid”, Mecelletü’d-dirâye, 2015, s. 355-396.

 8- Said Nursi, Kastamonu Lahikası (İstanbul 2020), s. 20-21 (Mektup no: 12).

9- Bakara 2/3.

Okunma Sayısı: 2314
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı