Her insan kendine göre bir “adam” olmuştur. Hayat-ı içtimaiyede, sosyal hayatta kendine göre “rüştünü” ispat ettiği bir makamın, mevkinin işgalcisi, sahibi olmuştur.
Bu başarı ve sahibiyet az olur, çok olur. Ama kendisinin olursa işte o zaman kendisine göre ve başkalarına göre de adam olmuş olur.
Hani derler ya “alnımın teriyle kazandım!..” Bir çalışma, bir gayret, bir istekle zaman ve güç harcanan ve alınteri dökülen işler demek ki “iş” oluyor ve kendimizin bir başarısı, kazancı ve kârı oluyor.
Filan şöyle yazmış, filan böyle konuşmuş, feşmekân şu şu işleri yapmış başarılı olmuş vs. Bunlar anlık nefsi tatminlerin ifadeleri ve itiraflarıdır. Başkalarının yaptıkları, ettikleriyle nereye kadar gidebilir ki insan... Onlar gitti, onlar bitti… Sen ve senin daima kullandığın başkalarının aklı da, fikri de, işi de bitmiş olur.
İş ve hakikat o ki; kendi gayretinle, çabanla başardığın, yaptığın, ortaya koyduğun hangi işler, hangi fikirler ve hangi eserler var? Onlardan haber var!.. Onları anlat!.. Onları naklet ve neşret!..
Yani işin özü az, çok; küçük, büyük hangi iş, hangi hal ve hangi fikir, düşünce olursa olsun!.. Kendinden menkul olsun… Madem “senin yaptığın, anladığın, ortaya koyduğun…” bir iş olsun…
Maalesef lâfızperestlik hastalığı adı altında bu nakletmeler, mesajla sahiplenmeler, tekrar etmeler ve devamlı bir şekilde bu hareketleri tatbik ve takip etmeler bir manevî hastalık olmuş!.. Ama ne hastalığı? İş yapmış olmak, iş yapıyormuş gibi görünmek, bende bir şeyler anlıyorum havasına girmek. Bir de en tehlikelisi bu naklettiğim hakikatler, yazılar, fikirler, düşüncelere göre; “demek ki ben daha iyi anlarım ve yaparım, üstünüm…” havasına girmek!..