İnsan fıtrî özelliklerinden dolayı bazı hakikatleri çabuk unutuyor veya işine geldiği için unutuyor.
Evvelâ hiç unutulmayacak bir hakikat: Dünya bir imtihan meydanıdır, er meydanıdır. Nefis ve şeytana galip gelebilme yeridir.
Galip gelmek için lazım olan kuvvet ve yardım ise, Allah’a iman ve imanın gereğini yapmaktan geçiyor ve geliyor.
Hiç imkân ve ihtimale yer vermeden bu imtihan için insan aczini, zaifliğini, eksikliğini, cahilliğini çok iyi bilmelidir. Kudret ve azamet, kibir, celal ve rahmaniyet Allah’a mahsustur. Bir virüs karşısındaki beşerin hal-i perişânı ortadadır.
Fakirin fakiri zavallı insan hangi malıyla, nasıl ve neden övünür ki? Hiç bir şeyin hakiki maliki olmayan insan Allah’ın zenginliğine, gani oluşuna her şeyi ile inanarak güvenmeli, dayanmalı; O’ndan istemeli, O’ndan beklemelidir.
Makam, mevki ve itibarın bu dünyadaki fani gösterişlerin ancak bu dünyada kalacağını, kaldığını ve ahirete dair hiçbir faydasının olmayacağını aklı başında her insan; bütün kalbî hisleriyle her zerresine kadar hissederek bilmelidir. Eğer bilerek bu dünyanın peşinde, ahirete sırtını dönerek koşuyorsa ahmaklığın ve aptallığın tuzağına düşmüş demektir.
Görmüyor mu ki, güvenilen makamlar, mevkiler, bir zaman sonra namerde bile muhtaç ediyor!..
Lazım olan; dürüst olmak... Çalışkan olmak... İmanın her türlü gereğini yerine getirebilmek için uyanık olmak. Helali öğrenmek, harama sırtını dönmek.
Doğruluğun; hile-hurda karşısından bitmez, tükenmez bir hazine olduğunu bilmek. Özellikle bu zaman da taklidî imanın zayıf düştüğünü, tahkiki imanın kazanılması ve yaşanması lazım geldiğine inanmak ve elde etmek için bütün gayreti sarf etmek...
Unutulmamalıdır ki, imanın nurunun aydınlatmadığı hiç bir zulümat, karanlık yoktur. Yeter ki Rabbimiz’den bizler bu nuru elde etmeyi hayalen, niyeten, aklen, kalben, bütün hissiyatımızla istemeyi unutmayalım ve bunun gayreti içerisinde olalım.