Eskiden kullandığımız lisanımızda/dilimizde kelimelerin ve cümlelerin inşaa ettikleri maddî manalar haricinde birde manevî yönlü yapılar, ince örülmüş lâtif duvarlar vardı.
Naif olmak... Nazik, nezaketli, saygılı, hürmetkâr bir edebî üslûbla konuşabilmek, karşısındakileri incitmeden anlatabilmek ve illâ ki müsbet, faydalı netice ve sonuçlara doğru muhatabına muhatab olmak.
Mahviyetkâr, mütevazı, gönülden ve canhıraşâne/candan bir yaklaşım içerisinde kimseyi küçük görmeden naif ve nazik bir lisanla akla gelen herşeyi herşeyiyle ifade edebilmek.
Büyük görünmek yerine herkesi büyük görmek ve bu büyüklüğü nezaketli bir lisan ile başkalarına da lâtif bir şekilde anlatabilmek.
Senin, hisli ve hassas, nazik ve nahiv olduğun kadar, başkalarının da belki daha hisli ve hassas düşündüğünü, anladığını, anlattığını hakikaten bilmeķ ve ona göre hürmetkár davranmak...
Unutulmamalıdır ki, büyük görünmeye çalışan, kendi ayinesinin dışında her yerde ve her zaman küçülür ve küçük gözükür. Önemli olan kalb ve akıl terapisini ve terazisini kimseyi küçük görmeden naif ve nazik bir şekilde anlayabilmek, anlatabilmek inceliğini ve ruhî nefasetini elde edebilmektir.
Yoksa, kırıp dökerek, sövüp sayarak, hak hukuk tanımıyarak, üzerek ve neticede üzülerek; kimse müsbet manada bir faideye ve neticeye varamaz.