Bu zamanda Müslümanların, ehl-i imanın başına büyük bir dâvâ açılmış; iman kurtarmak veya kaybedilen imanlara seyirci olabilmek dâvâsı…
Evet, görülüyor ki ikincisine, seyirci olmak dâvâsına herkes isteyerek ve severek, koşarak sahip çıkmış.
Şu sahiplenilen fasit dâvâ, sahiplerini de en kısa zamanda absorbe ediyor ve yutuyor.
Bâtıl ve dall olan şeylerin teşcileri, dâvetçileri, aferincileri çok olur. Herkes bu hallere meftun olmuş.
Bu zamanda yapılacak iman hizmeti maddî değil manevî güçlerle yürütülebilmesi özelliğinden dolayı bir maddî tuzaklar açılmış.
Bu maddî tuzaklar çok sığ, çok az bir birikinti gibi değil; belki derin ve derinliklerinde de gayya çukurlarına giden yolları, yerleri, tarafları, şekilleri, anlayış ve anlatımları var.
Manasını, mana âlemini, manevî yön ve yordamlarını terk eden adamları; maddî âlemin binlerce yön ve yordamları çok cazibedar bir şekilde çeker ve yutar.
İşin acınacak ve ağlanacak tarafının ise mana âleminin insanlarının bu tarz tuzak ve çukurlara, derinliklere isteyerek, severek ve alkış tutarak girmeleridir. Bundandır ki bu işler daima kendine benzeyecek, kendi gibi, severek, isteyerek, alkışlayıcı ve teşyicileri ister ve aramadan da bulurlar veya bulunurlar.
Maddî varlık âleminden, maddeden, ihsan-ı İlâhî ile bir şekilde kurtulan ve imanın şefkatli, merhametli, kucaklayıcı dairelerine giren adamlar; bu hallerini muhafaza edebilmek için muhakkak maddeye, maddî âlemi ve maddî hâkimiyetlere, hâkimlere sırtlarını dönmek zorundadırlar. Bu ise kuvvetli bir imanın ve cehdin, gayret ve çalışmasıyla mümkün olabilir.