Sual: Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlâhiye ve imdad-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde neden çok defa hizbü’ş-şeytan olan ehl-i dalâlete mağlûp olmuşlar? Hem Hatemü’l-Enbiyanın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a’zam gibi tesirli i’caz-ı Kur’ânî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-ı Kur’âniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalâlette ısrarları ve hidayete girmemeleri niçindir ve hikmeti nedir?
Elcevap: Bu iki şık müthiş sualin halli için derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelâl’inin hem cemalî, hem celâlî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celâlî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelâl, kâinatta ezdadı birbirine mezcedip, birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan, zıtları birbirinin hududuna geçirip ihtilâfat ve tagayyürat meydana getirmekle, kâinatı kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstur-u terakkî ve tekâmüle tâbi kıldığı için; o şecere-i hilkatin cami bir semeresi olan insan nev’inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip, bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizbü’ş-şeytana bazı cihazat vermiş.
İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalâlete karşı mağlûp oluyor. Ve gayet zaaf ve aczde olan dalâlet ehli, manen gayet kuvvetli olan ehl-i hakka muvakkaten galip oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki:
Dalâlette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrip var ki, çok sehildir ve âsandır, az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip, ihafe noktasında ve firavuniyet cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem akıbeti görmeyen ve hâzır zevke müptelâ olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalp gibi letâif-i insaniyeyi insaniyetkârâne ve akıbet-endişâne olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar.
Lem’alar, On Üçüncü Lem’a, s. 163-164
LÛGATÇE:
düstur-u terakkî ve tekâmül: yükselme ve mükemmelleşme kanunu.
enbiya: peygamberler.
ezdad: zıtlar, tezatlar.
Hatemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (asm).
hizbullah: Allah’a bağlı olan topluluk.
hizbü’ş-şeytan: şeytanın taraftarları.
i’caz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği.
ihafe: korkutma.
iksir-i a’zam: çok etkili, en büyük ilâç.
inayet: Allah’ın gözetimi, himayesi, ihsanı, yardımı.
kanun-u mübareze: mücadele kanunu.
mezcetmek: karıştırmak.
muvakkaten: geçici olarak.
nübüvvet: peygamberlik.
risalet: peygamberlik.
sırr-ı dakik: ince sır.
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı.
tagayyürat: değişmeler.