...Altı cihetten gelen dehşet ve vahşet ve karanlık ve me’yusiyet içinde çırpındığım hengâmda, birden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın semasında parlayan iman nurları imdada yetişti. O altı ciheti o kadar tenvir edip ışıklandırdı ki, gördüğüm o vahşetler ve karanlıklar yüz derece tezauf etseydi, yine o nur onlara karşı kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehşetleri birer birer teselliye ve o vahşetleri birer birer ünsiyete çevirdi. Şöyle ki:
İman, o vahşetli geçmiş zamanın mezar-ı ekber suretini yırtıp, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap olduğunu biayne’l-yakîn, bihakka’l-yakîn gösterdi.
Hem iman, bir kabr-i ekber suretinde nazar-ı gaflete görünen gelecek zamanı, sevimli saadet saraylarında bir ziyafet-i Rahmaniye meclisi suretinde biilme’l-yakîn gösterdi.
Hem iman, nazar-ı gaflete bir tabut vaziyetinde görünen hâzır zamanı ve o hâzır günün tabutiyet şeklini kırıp, o hâzır gün uhrevî bir ticaretgâh dükkânı ve şaşaalı bir misafirhane-i Rahmanî suretinde bilmüşahede gösterdi.
Hem iman, nazar-ı gaflete ömür ağacının başında cenaze şeklinde görünen tek meyvesi cenaze olmadığını, belki ebedî bir hayata mazhar ve ebedî bir saadete namzet olan ruhumun, eskimiş yuvasından, yıldızlarda gezmek için çıktığını biilme’l-yakîn gösterdi.
Hem iman, kemiklerimle mebde-i hilkatimin toprağı, ayak altında ehemmiyetsiz mahvolmuş kemikler olmadığını, belki o toprak, rahmet kapısı ve Cennet salonunun bir perdesi olduğunu sırr-ı imanla gösterdi.
Hem iman, nazar-ı gafletle arkamda, hiçlikte, yokluk karanlığında yuvarlanan dünyanın vaziyetini sırr-ı Kur’ân’la gösterdi ki, o zâhirî zulümatta yuvarlanan dünya ise, vazifesi bitmiş, manasını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücudda bırakmış bir kısım mektubat-ı Samedâniye ve sahaif-i nukuş-u Sübhaniye olduğunu gösterdi. Dünyanın mahiyeti ne olduğunu biilme’l-yakîn bildirdi.
Gençlik Rehberi, s. 69; Lem’alar, 26. Lem’a, 7. Rica
LÛGATÇE:
biayne’l-yakîn: görür gibi kesin bilir şekilde.
bihakka’l-yakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.
biilme’l-yakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle bilme şeklinde.
hâzır: şimdiki.
mebde-i hilkat: yaratılışın başlangıcı.
meclis-i münevver: nurlu, aydınlık bir topluluk.
mecma-ı ahbap: dostların toplandığı yer.
mektubat-ı Samedâniye: her şey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın yarattığı ve her biri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar.
me’yusiyet: ümitsizlik.
mezar-ı ekber: çok büyük mezar.
sahaif-i nukuş-u Sübhaniye: kusur ve eksiklikten münezzeh olan Allah’ın yarattığı nakışlar sayfası.
tezauf: artma, kat kat olma.
ticaretgâh: ticaret yeri.
uhrevî: ahirete ait.
ünsiyet: dostluk, yakınlık.
zulümat: zulmetler, karanlıklar.