Ey nefis! Kâinatın uzak çöllerine gidip Sâni’in ispatına deliller toplamaya ihtiyaç yoktur.
Bir kulübecik hükmünde bulunan, içerisinde oturduğun cisim kafesine bak. Senin o kulübenin duvarlarına asılan icad silsilelerinden, hilkatin mu’cizelerinden ve harika sanatlarından, kulübeden hârice uzatılan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen ah, oh ve eninler, lisan-ı haliyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi müştemilâtıyla beraber yaratan Hâlık’ın o âh u enînleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, hâcât ve âmâlin ne varsa, taht-ı taahhüde alır. Zira, sineğin kafasındaki o küçük küçük hüceyratın nidalarına “Lebbeyk!” söyleyen o Sâni-i Semî’ ve Basîr’in senin duâlarını işitmemesi ve o duâlara müsbet cevaplar vermemesi imkân ve ihtimali var mıdır?
Binaenaleyh, ey bu küçük hüceyrelerden mürekkeb ve “ene” ile tabir edilen hüceyre-i kübra! O kulübeciğin, küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu harika icadlarını gör, imana gel. Ve “Yâ İlâhî, yâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Musavvirî, yâ Mâlikî ve yâ Men Lehü’l-Mülkü ve’l-Hamd! Senin mülkün ve emanetin ve vedian olan şu kulübecikte misafirim, mâlik değilim” de, o bâtıl temellük dâvâsından vazgeç. Çünkü o temellük dâvâsı insanı pek elîm elemlere maruz bırakır.
Nükte
Arkadaş!
İman, bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder. Küfür ise bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü’minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur; en büyük bir düşmanıyla, bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazen galebe kâfirlerde olur.
Ve keza, kâfir, dünyada hasenâtının mükâfatını filcümle görür; mü’min ise seyyiatının cezasını görür. Bunun için, dünya kâfire Cennet (yani ahirete nisbeten), mü’mine Cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten). Yoksa, “Dünyada dahi, mü’min yüz derece ziyade mes’uddur” denilmiştir.
Ve keza, iman insanı ebediyete, Cennete lâyık bir cevhere kalbeder. Küfür ise ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise lüb ile kabuğu tefrik etmez; kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.
LÛGATÇE:
adavet: Düşmanlık.
âmâl: Emeller, arzular, istekler, ümitler.
Basîr: Her şeyi görüp bilen, tam, eksiksiz ve kusursuz gören Allah.
bürudet: Soğukluk.
ene: Benlik.
filcümle: Hepsi, bütünü.
hilkat: Yaratılma, yaratılış.
hüceyre-i kübra: En büyük hücrecik.
ittisal: Bitişme, birleşme.
lüb: İç, öz.
Sâni’: Her şeyi sanatlı olarak yaratan Allah.
Semî’: Gizli ve açık her şeyi işiten Cenab-ı Hak.
seyyiat: Seyyieler, fenalıklar, kötülükler.
tefrik: Birbirinden ayırma, ayrı tutma.
temellük: Sahiplenme, kendine mal etme.
uhuvvet: Kardeşlik.
zulmet: Karanlık.