İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat Sûresi: 10.) kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz.
İşte ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi, yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı, tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken, onların hücumunu teshil etmek, onların harim-i İslâm’a girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adavetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehval ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırs ile bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kal’an, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kal’a-i İslâmiyeyi küçük adavetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Ahirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müthişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri herc ü merc eder ve koca âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.”
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler. (Hucurat Sûresi: 10.)” kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.
Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’min için mü’min, sağlam yapılmış bir binanın birbirine kuvvet veren taşları gibidir.” (Buharî, Salât: 88) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız; sefalet-i dünyeviyeden ve şekàvet-i uhreviyeden kurtulunuz.
Altıncı Vecih
Hayat-ı maneviye ve sıhhat-i ubudiyet, adavet ve inat ile sarsılır. Çünkü vasıta-i halâs ve vesile-i necat olan ihlâs zayi olur. Zira, tarafgir bir muannid, kendi a’mâl-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Halisen livechillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte ef’al ve a’mâl-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adalet, husûmet ve adavetle kaybolur.
Şu Altıncı Vecih çok uzundur. Fakat kabiliyet-i makam kısa olduğundan kısa kesiyoruz.
Mektubat, Yirmi İkinci Mektub, s. 317
LÛGATÇE:
adavetkârâne: Düşmanlık beslercesine.
ehl-i dalâlet ve ilhad: Dalâlet ve dinsizlik ehli; hak yoldan ayrılanlar.
eşhas-ı müthişe-i muzırra: Müthiş zararlı şahıslar.
harim-i İslâm: İslâm’ın mukaddes yerleri, mukaddes ocak, belde.
hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye: İslâm’ın güzelliklerine, faydalarına ve gereklerine ters.
mesâib: Musîbetler.
şikak: Uyuşmazlık, ayrılık.
tahassun etmek: Sığınmak.
tesanüd: Dayanışma, omuzdaşlık.
teshil etmek: Kolaylaştırmak.
uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği.