Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hakikatleri durûb-u emsal ile beyan ediyor. Çünkü daire-i ulûhiyete ait hakaik-ı mücerrede, daire-i mümkinatta ancak misallerle temessül ve tavazzuh eder.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hakikatleri durûb-u emsal ile beyan ediyor. Çünkü daire-i ulûhiyete ait hakaik-ı mücerrede, daire-i mümkinatta ancak misallerle temessül ve tavazzuh eder. Mümkin ve miskin olan insan da, daire-i imkânda, misallere bakarak fevkinde bulunan daire-i vücubun şuunatını, ahvalini düşünür.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Her şeyin, içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla, insan ile kalp birbirine hem zarf, hem mazruf olur. İnsan, mülk cihetiyle kalbe zarf olur, melekût cihetiyle de mazruf olur. Bu kaide Arş ile kevn hakkında da tatbik edilir.
Şöyle ki: Arş; Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dâhil olan ism-i Zâhir itibarıyla Arş mülk, kevn melekût olur; ism-i Bâtın itibarıyla Arş melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i Zâhir nazarıyla bakılırsa, kendisi zarf, kevn de mazruf olur; ism-i Bâtın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibarıyla “Onun Arşı su üzerindeydi” [Hud Sûresi: 7] âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor; ve ism-i Âhir itibarıyla “Cennetin tavanı Rahman’ın arşıdır.” [Buharî, Tevhid: 22; Tirmizî, Cennet: 4.] hadis-i şerifinin îmâ ettiği kevnin nihayetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Acz, nidanın madenidir; ihtiyaç duânın menbaıdır. Feyâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetim hâcetimdir. Sana yaptığım duâlarda uddetim fâkatimdir, vesilem fıkdan-ı hile ve fakrımdır, hazinem aczimdir, re’sü’l-malım emellerimdir, şefîim Habibin Aleyhissalâtü Vesselâm ve rahmetindir. Affeyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle, yâ Allah, yâ Rahman, yâ Rahîm! Âmin.
Mesnevî-i Nuriye, Hubab, s. 102
LÛGATÇE:
daire-i mümkinat: Kâinat âlemi, yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem.
daire-i ulûhiyet: İlâhlık dairesi, Allah’ın yaratışı, varlığı devam ettirişi, sevk ve idare edişi ile ilgili hususlar.
daire-i vücub: Değişim ve başkalaşmanın olmadığı, varlığı tercihe bağlı olmayan ve mümkinat âleminin ötesindeki âlem, ilâhlık dairesi.
durûb-u emsal: Darb-ı meseller; eskiden beri bilinen, insanlarca âşinâ olunmuş misaller; ibret ve ders alınan sözler.
fıkdan-ı hile: Hilesizlik.
hakaik-ı mücerrede: Soyut hakikatler.
kevn: İlâhî isimlerin tecellî ettiği madde ve yaratıklar âlemi.
şuunat: Şuunlar, keyfiyetler, haller; işler.
tavazzuh: Açıklanma, açıklığa kavuşma.
temessül: Bir şekil ve surete girme, cisimlenme.
uddet: Hazırlık; eldeki malzeme, teçhizat.