Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihâdâtını, arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Hâlbuki şeriat semaviyedir ve içtihâdât-ı şer’iye dahi onun ahkâm-ı mesturesini izhar ettiğinden, semaviyedirler.
Birincisi: Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise, tercihe sebeptir, icaba, icada medar değildir. İllet ise, vücuduna medardır. Meselâ, seferde namaz kasredilir, iki rekât kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatin aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip, ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihad arziyedir, semavî değildir.
İkincisi: Şu zamanın nazarı evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Hâlbuki şeriatın nazarı ise evvelâ ve bizzat saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede –ahirete vesile olmak dolayısıyla– dünyanın saadetine nazar eder. Demek, şu zamanın nazarı ruh-u şeriattan yabanîdir. Öyle ise, şeriat namına içtihad edemez.
Üçüncüsü: “İnnez zarûrâti tübîhu’l-mahzûrâti” kaidesi, yani “Zaruret haramı helâl derecesine getirir.” İşte şu kaide ise, küllî değil. Zaruret, eğer haram yoluyla olmamış ise haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa, sû-i ihtiyârıyla, gayr-i meşru sebeplerle zaruret olmuş ise, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Meselâ, bir adam sû-i ihtiyârıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufatı ulema-i şeriatça aleyhinde cârîdir, mazur sayılmaz. Tatlik etse, talâkı vaki olur. Bir cinayet etse, ceza görür. Fakat sû-i ihtiyârıyla olmazsa, talâk vaki olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki mübtelâsı, zaruret derecesinde mübtelâ olsa da diyemez ki, “Zarurettir, bana helâldir.”
İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları mübtelâ eden bir beliyye-i amme suretine giren çok umurlar vardır ki, sû-i ihtiyârdan, gayr-i meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Hâlbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir; semavî olamaz, şer’î değil. Hâlbuki semavat ve arzın Hâlık’ının ahkâm-ı İlâhiyesinde tasarruf ve ibadının ibâdâtına müdahale, o Hâlık’ın izn-i manevîsi olmazsa, o tasarruf, o müdahale merduttur.
Sözler, s. 545
LÛGATÇE:
ahkâm-ı mesture: Örtülü hükümler.
arziye: Dünyaya ait, dünyevî.
beliyye-i amme: Genel felâketler ve belâlar.
ibad: Kullar.
içtihad: Din âlimlerinin şer’î esaslar dahilinde, Kur’ân ve Sünnete uygun şekilde bir konuda fikir ortaya koymaları, hüküm vermeleri.
içtihâdât-ı şer’iye: Şer’î içtihadlar, hüküm çıkarmalar.
illet: Asıl sebep.
ruhsat: İzin, müsaade.
ruhsat-ı şer’iye: Şeriatın izin vermesi.
saadet-i uhreviye: Ahiret mutluluğu.
semaviye: İlâhî.
talâk: Boşama; boşanma.
tatlik: Boşama.
umur: İşler, meseleler.