Bir müzik olsa alıp götürse kanatlarında beni uzaklara.
Hem de kimselerin gitmediği uzaklara, kimselerin gelmediği mekânlara. Ve sonra orada kuşlar olsa çeşit çeşit. Çiçekler olsa bahçe bahçe. Kuzular sürü sürü.
Azametli dağlar, uzun kıvrım kıvrım nehirler, beyaz bulut semada. O ileride bir yerlerde martılar. Güzel yeşil dağ yamaçlarında hoş mimarili evler.
Yemyeşil zemin, masmavi gökyüzü. Yeşil maviye, mavi yeşile açılan iki göz kapakları. Sonra güneş olsa Temmuzdan. Ay olsa, deniz suyuna yansımış yakamozlu. Bütün duygularımız uyanık, alıcıları da açık olsa.
Kokuları gelse bin bir çeşit bitkilerin. Seslerini işitsek envaî çeşit kuşların, börtü böceklerin.
Ve perde açılıp gece başlasa sonra. Yıldızlı gökyüzünü temaşa etsek saatlerce. Bir yıldızdan ötekine, sonra gezegenlere, galaksilere seyre gitsek.
Sonra dönsek yuvamıza uyumak için mışıl mışıl. Uyku öncesi biraz gece böcekleri orkestrası alsak.
Taa ötelerden bir köpek sesi gelse. Sonra karşılılık verse diğer köyden öteki köpek. Ve dakikalarca havlaşıp dursalar. Neler dediklerini de anlasak.
Masal başlamadan gece safası, gece sineması hayallere dalsak. Uyku sinemasında Cennetimizde dünya hayatımızın filmini izlesek.
Ve sonra uyanmasak, dönmesek oradan, ebediyete uçup gitsek. Birileri hoş gelsin dese bize ve artık oralı olsak. Hoş karşılansak sakinlerce.
Ve bir müzik parçasında gelişse bütün bu serüven. Ebediyet hep melodiler eşliğinde olsa. Dinlesek, dinlesek, dinlesek… Notaların derin hikâyelerini içten hissetsek. Ve musıka-i İlâhî eşliğinde istemek bitmese ebedî.
Bu cümlelerin tükenmeyeceğini anlıyorum. Arzu ettiğim şeyin, bu kapının ardında olduğunu biliyorum, ama insan bu dünyada da Cenneti arzuluyor ve onun hayaliyle yaşıyor. Bu güçlü arzular dünyayı da Cennetleştiriyor. Kuşlar, çiçekler, böcekler, nehirler ve diğerleri… dünyaya serpiştirilmiş Cennet unsurları…