Alışmak, korkutuyor insanı, alışınca da ayrılmak.
Onun için ‘alışmak sevmekten daha zor’ diyorlar. Alışınca benimsiyor, sahipleniyor, hürriyetini kısıtlıyor insan. Kediye, köpeğe alışanları görmüyor musunuz? Zavallı kediler artık kedi gibi değil, köpekler de öyle. Olması gerektiği gibi ve olması gereken yerde değiller. Farenin kedi için bir anlam ifade etmemesi korkunç bir durum değil mi? Alışamadığı evlâdını terk ediyor insan da, alıştığı köpeği terk etmiyor. Evlâadının, kendisine ve bir başkasına alışmasını, bağımlı yaşamasını istemiyor insan. Yaratıcı dahi insanı Kendine alıştırmıyor. Kulluk sınırları içerisinde şahane bir hürriyet veriyor.
Alışmanın hastalıklı bir zevki var. Alışmakta yorulmak yok, zahmet yok, araştırmak, incelemek, soruşturmak, mukayese etmek, kritik etmek, muhasebe etmek, müzakere etmek yok. Cehaletle bildiğini, tartışmadan yaşamak var.
Yeni doğan mu’cize, çekip giden hayatlar, sayfa sayfa değişen mevsimler, dinlenmek için ay ışığı ile süslü gece, güneşi olan gündüz ve daha neler neler hepsi, olağanüstü haller. Hayret hissi bilmekte gizli. Bilmeyen hayret etmez.
‘Ölüm, gözümüzün önünde cereyan ediyor, adam nefes alıyor ve sonra veriyor, çocuk ayakları üzerinde yürüyor, göz görüyor, dil konuşuyor ne muhteşem şeyler bunlar’ diye kimse dönüp bakmıyor. Olağanüstülükleri adiyattan görüyor. Acı bir körlük bu.
Neden öpmüyoruz annemizin elini? Neden yardım etmiyoruz pazardan dönen teyzeye? Neden artık eskisi kadar ağlayanımız yok? Neden gülemiyoruz çocuklarla birlikte? Anlaşılan birçok şeylere ‘alışmışız’. Günahlar köreltmiş gönül gözlerimizi. Bakar körlük bu olsa gerek.
Her şeye önyargısız bakmaya, duyguyu çözümleyen kulaklara, bir kez daha düşünen akıllara ihtiyacımız var. Nefes almaya, el uzatmaya, ayağa kalkmaya, cümle kurmaya, gülümsemeye, ağlamaya alışıvermeseydik keşke.
Hayatı bildiklerinden ibaret saymak, hayret hissini kaybetmek ne kadar da tehlikeli. Hayretinden secdeye kapanmak nerede kaldı? Biliyorum zannı insanı, akıllı hayvan haline getiriyor.
Bu hal, insana hiç yakışmıyor.