‘Küsmek’ konusunu bitirmek istiyoruz, ancak gelen mailler ve ikili görüşmelerimiz konunun biraz daha ele alınacağına işaret ediyor.
‘Küsmek’le ilgili pek çok dosttan değişik ‘küsme öyküleri’ dinledik.
Şuna da şaşırmadım değil, öyle insanlar var ki, dışarıdan bakıldığında güçlü, kuvvetli, etki ve yetki sahipleri, ama biraz özelde konuştuğunuzda veya kendisi bir vesileyle yaşadıklarını anlattığında o kadar basit, anlamsız, küçük, önemsenmeyecek gibi gözüken konularda ‘küslük’leri var ki, şaşkınlık verici.
Yani anlıyorsunuz ki, her insanın tuzağı, zayıf noktası farklı.
Acı olan da, o zayıf noktasının ya da imtihan noktasının farkında değil. Farkında olsa da üzerine gitmede etkili değil.
Hatta biraz yardımcı olabileceğinizi düşündüğünüz konular üzerine gittiğinizde, ‘Benimle her şeyi konuş, her şeyi paylaş, ama bana bu konuda gelme.’ diyebiliyor. Yani kapıları bu konuda kapatıyor.
Eee zaten seninle başka konularda adım atmaya ihtiyaç yok ki. Seninle işte tam bu konuda adım atmaya ihtiyaç var. Yani senin imtihanın da bu. Ama o kapıyı da kapatınca, geriye yapacak bir şey kalmıyor. İmtihanı kaybediyor.
Şu an onlarca ‘küsme öyküleri’ taşıyorum. Oldukça dramatik olanlar da var, oldukça anlamsız kalanlar da. Ama hepsi de işte küsmek üzerine.
Burada ‘his’lerin, tahrikçisi olan ‘nefsin’ ne kadar güçlü bir yapıya, etkiye sahip olduğunu da anlıyoruz.
Bütün uzun süreli küsmeklerin altında güçlü hisler var.
İnsan aklı olduğu, vicdanı olduğu, kalbi olduğu halde nasıl nefis etkenine kendini bu kadar bırakıyor diye akla gelmiyor değil. Ama Bediüzzaman’ın ‘kör hissiyat’ olarak isimlendirdiği hisler, akibeti görmüyorlar, onlar hazırcıdırlar. Şimdiki az, geçici lezzeti, ilerideki çok, baki lezzetlere tercih ediyorlar. Onun için yanlışı yanlış olarak bildiği halde, yapmaya devam ediyor.
Oysa her yanlışta, her dine uygun olmayan hâl ve durumda, günahta daha dünyada iken elemler, kederler, sıkıntılar kendini göstermektedir. Helâl adımlarda, iyiliklerde, güzelliklerde ise daha dünyada iken cennet lezzetleri gibi hazlar, zevkler insan tadabilmektedir. Yani daha ahirete gitmeden olumlu ya da olumsuz tercihlerimiz sonucu, ya cennetleşiyor ya da cehennemleşiyoruz. Aslında cehennem ateşimizi de, cennet bahçemizi de dünyada iken oluşturuyoruz.
İşte küsmeyi de, dünyadaki hazır, az lezzetleri yani intikam hissini tatmin olarak ele almak mümkündür. Oysa insan, dinin emrine uyup mü’min kardeşine karşı böyle adım atmasa veya atmışsa helâlleşse, ileride, inandığı cennette büyük lezzetlere, nimetlere kavuşacaktır.
Bir de tabiî küstüğü kişi, belki de hakkına girdiği kişi dünyadan gitmişse iş daha da zorlaşmış olmaktadır. Artık onun hakkını ödeyebilmesi için onun adına adımlar atması söz konusu olabilecektir. Tabiî bütün bu aşamalarda da şeytan elbette boş durmayacak, kendini sürekli kusursuz gösterecek, temize çıkaracaktır. O da haliyle şeytanlığını yapacaktır. Ancak dinin emirleri ve Peygamberimizin (asm) konuyla ilgili uygulamaları işin düğüm noktasıdır. Eğer akıl ve vicdanı sönmemiş ise.
İçi sızlanarak, insanlığı adına sıkılarak biraz da kendi kendine içerlenerek yaşadıklarını, taşıdığı duyguları anlatan dostlar, ‘küsmek’te nefis etkenini, hissî yaklaşımları ortaya koyuyorlar.
Bir arkadaşımın yaşadıkları günlük hayatımıza ışık tutacak nitelikte: “Tam dört yıl öz dayıma haksız yere küserek, ona ve kendimize zulmettiğimi sonra sonra anladım. Küsmemin su-i zandan kaynaklandığını geç fark ettim. Anladıktan sonra da her ne kadar bizi barıştırdılarsa da ondan sonra konuşuyor olmanın da, barışık olmanın da bir tadı kalmadı. Bu durumu yaşamaya ben sebep oldum. Kuru inadımın kölesi oldum. Bu tamamen bir haksızlıktı. Zaman zaman da kendime haksız olduğunu söylüyordum, ama adım atamıyordum. İnsanın kendine sözünün geçmediğini o zaman anladım. Yani her doğruyu hemen uygulayamıyorsunuz. Güçlü olmanız gerekiyor. Ama ben zayıftım. Haksız olduğumu bana ne kadar söyleseler de, kendim de buna inansam da ama adım atamıyordum. Tabiî geçen günlere ve bozulan muhabbete yazık oldu. Şu an o günlere dönüp bakınca, üzülüyorum. Bu durumun içinde olduğum çevreden de kaynaklandığını düşünüyorum. Şimdi haftalık sohbetlere katılıyorum. Bu, insanı manen besleyen, fark ettiren, uyandıran bir şey. Yanlışlarımı şimdi daha net görebiliyorum.”
Evet, küsmekler hep böyle inciticidir.
Küsen de küsülen de incinir.
Onun için ‘Ne iyi ettin de küstün, ne iyi ettim de küstüm’ diye bir şey yoktur.
Burada asıl dikkat çeken ise, ‘küsmek’lerin oluşturduğu ‘bahane’lerdir.
İnsanlar arasında kullanıldığı gibi, çoğu zaman küsmek bahaneleri ‘incir çekirdeğini doldurmayacak cinsten’ olabilmektedir.
Bu takdirde küçücük bir mesele dolayısıyla, büyük ve önemli konuşmak, görüşmek gerekçelerini atlamak insaniyetle/İslâmiyetle bağdaşmasa gerektir.
Ne acı ki küsmek gerekçelerinden çoğu maddî, dünyevî şeyler. Aslında çok da büyütülmemesi gereken şeyler.
Aslında bütün mesele, ölümü unutmaktan, dünyanın fani ve geçici olduğunu hatırlamamaktan kaynaklanıyor.
‘Lezzetleri tahrip edip, acılaştıran ölümü çokça zikrediniz.’ hakikati, pek çok küsmekleri yok edecek bir tedavi aracı gibi.
Ölümü, dünyanın ve dünyalıkların faniliğini düşününce, küsmenin akıl kârı olmadığı daha bir anlaşılıyor.
İnsan; kime, neden küstüğünü düşününce, için için ‘Küsmeye değer miydi?’ demekten kendini alamıyor. Çünkü vicdan diyor ki, hiçbir şey için küsmeye değmiyor.