İddialı, isbata muhtaç, geniş ve mesuliyetli başlığımız, hakikatlere kuşbakışı bakabilmeyi gerektiriyor.
İddialarımızı kısa cümlelere yükleyip; manaları da bilmecburiye yoğunlaştıracağız. Okuyucularımızın o geniş müsamahasında, inşaallah şikâyetler görünmez olurlar.
Küresel Sosyal Marksistlerin; Neoconların ve Kemalistlerin desteğiyle gerçekleştirdikleri ihtilâlden ve devam eden süreçteki icraatların bekçileri olan hükümetlerden bahsediyoruz… Ulusu/Özal, ANAP, Doğru Yol/Sol, Refah-Yol, ANASOL-D ve AKP hükümetlerinin içinde 12 Eylül’ü kimlik olarak benimsemiş ve projelerine can ü gönülden çalışanların ANAP ile AKP olduğunu hepimiz biliyoruz. Zihinler adaletsiz bulmasınlar diye, sürecin tamamını başlığımıza seçtik.
Türk milletine bu dehşetli ihtilâli reva gören global Marksistlerin kendilerine “Neoliberal” demeleri, iğfalde dini ve milliyeti kullanmaları, dindarları ve milliyetçileri siyaset vitrinine çıkarmaları ve dinî cemaatleri korku/rüşvet ile yanlarına toplamaları, halkımızın bu uzun soluklu ihtilâli anlamasını engellediğinden, en dinsizce değişimler bu ortamlarda gerçekleştirilmişti. Hürriyet perdesinde din ve milliyet aleyhine yapılmış tahribatların onda birisini CHP yapmış olsaydı, 1950’de olduğu gibi millî iradeyi karşısında bulur ve sahneyi terk ederlerdi, Marksist liberaller… Millete zorbalığı “yumuşak güç” üslubuyla, rüşvetçi hocaların öne çıkarılmalarıyla, ihtilâl öncesinde mütevazı meskenlerde, hasır üzerinde dine hizmet ederlerken; ihtilâlden sonra lüks tefriş edilmiş külliyelerde hizmet eden cemaatlerle oluşturulan havaya aldanmamak için çok kuvvetli basiretler lâzımmış.
İhtilâlcilerin hazırladıkları müstebit anayasa ile millete seçtirilen dindar başbakanlar ve bakanlar da milleti kandırmaya yetmişti. 12 Eylül’den önce Siyasal İslâm’ı temsil eden Konya belediye başkanı, ırkçı Dündar Taşer’in oğlu ve her nefesinde dini kullanan Hasan Celal’ler, Pakdemirli’ler, Aksu’lar, Dinçer’ler ve Cemil Çiçek’ler... İhtilâl öncesinde, halkın sevgisine mazhar olanları Neoliberaller vitrinlerine yerleştirmişlerdi. Ve 2002’den sonra bu tempo hızlanacak, dindarlık konsantresi arttırılacak ve Sosyal Marksistlerle MSP’nin çocukları anlaşacaklardı.
ANAP ile AKP’nin millete teorik propagandasını yaptırdıkları elli tane kararın, zaman içinde İslâmiyet aleyhine kullanıldığını her araştırmacı bulabilir. Bunu, din derslerinin okullardaki zorunluluğuyla başlatıp, ortaöğretimde seçmeli Kur’ân derslerine kadar getirebiliriz. Ve AKP’nin millete dayattığı İmam Hatip okulları meselesi. Millî Eğitim’in müfredatını, hallaç pamuğu gibi, sosyal Marksizm istikametinde dağıtanların; bakanlığın müfredatında, eğitim usullerinde, özel okul yönetmeliklerinde din ve milliyet zararına gizlice icraya soktukları meselelerden milletimiz, hâlâ haberdar değildir.
Kemalizm’i komünizmden ayıran önemli hususların başında münâfıklık gelir. Diyebiliriz ki, ANAP ile AKP’nin dindar kadroları, eğitimimizdeki münâfıkça Marksist/Kemalist tatbikatları, kimlikleriyle milletten gizlemeyi başardılar. Burada “özel okullar” meselesine girmemiz gerekiyor. Kemalizm’in klasik baskıcılığıyla mücadele ediliyormuşçasına Bolşeviklerin ve masonların ülkemizde yüzlerce okul açmaları da Neoliberallerin dindarlara küçük rüşvetleriyle gerçekleşmişti. İstanbul’da ve Ankara’da başlayarak zincir haline gelip Anadolu’yu da katarlarına ekleyenlerin, ülkemizin en zeki çocuklarını, Bakanlığın uyduruk eleme imtihanlarıyla global cereyanlara aktardıklarını –maalesef– çok sonradan öğrendik. İmtihanlarda en yüksek puanlıları okullarında okutanların, bu masraflarının bedelini global fonlardan aldıklarını, öğrencilerini imtihana hazırlayan öğretmenler bile bilmiyorlardı. Başlı başına araştırılması gereken konular…
Çocuklarımızı dinden koparırken ANAP ile AKP, iki argümanı birlikte kullanıyorlardı: Cemaatler ötekileştirilerek ya Kemalizm’e mutlak itaat edeceklerdi veya resmî makamlarca şeytanlaştırılacaklardı. Cami, cemaat, şuurlu insanlar, dindar çevreler; çocuklarımıza öyle menfî anlatıldı ki… Cemaatlerden hâlâ kaçmaya devam ediyorlar… Kemalizm’in mengenesinde soluksuz yetişmiş ebeveynleri İslâm’ı ve imanı bilmiyorlarsa, çocukları nereden öğreneceklerdi, bu önemli bir soru.
İhtilâlciler Özal’ı, Neoliberallerce Dünya Bankası’nda yetiştirildiği için öne çıkarmadılar… İskenderpaşa Cemaati’ne yakınlığıyla biliniyordu Özal. Başbakanların, cumhurbaşkanlarının, bakanların hatta yüksek bürokrasinin dindar görünmeleri; Türkiye’nin eğitim programını, Neoliberallerin elli senelik projesinden dışarıya çıkaramadı… Bakanların Nurcu, tarikatçı, milliyetçi ve mukaddesatçı olmaları, münâfık Sosyal Marksistlerin/Kemalistlerin tahriplerine yardımdan öteye geçmedi…