"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaat ile cemiyet kavşağındaki dini cemaatlerimiz

Şükrü BULUT
16 Mart 2020, Pazartesi
Devletlerin hükümdarlar yerine kanunlarla yönetilmeye başlandığı 20. yüzyılın ilk başlarından zamanımıza kadar, dini cemaatlerin önemli bir meselesi olarak devam eden cemaat ile cemiyet arasındaki zihni kargaşaya, insaniyetin artık son verme zamanı gelmiş olmalı.

Tanımların müşahhas ve açık olmaması; kanun koyucular kadar, icracıları da büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakıyor. Eksik veya yanlış anlaşılmış hürriyet, yetersiz demokrasi, kuvvetin henüz kanunlara geçememesi ve fertlerin cehaletle hukuklarını bilememeleri gibi çok sebeplerin; hem yasamada hem yargıda hem icraada ve hem de idarede büyük zulümlere kapı açtığını biliyoruz.

1800’den itibaren hürriyeti hayata taşımaya çalışan Osmanlı münevveri; her ferdin anlayabileceği bir tanıma henüz ulaşamamıştı. O günlerde, Bediüzzaman Said Nursi’den başka hürriyet ve demokrasiyi tüm boyutlarıyla anlatan bir başka aydın ile de karşılaşmıyoruz. İşte; hürriyet ve demokrasi düşmanları, şu tanım boşluklarından istifade ile dindarlara ve demokratlara meşhur 31 Mart cinayetini yaşatacaklardı. Mahkemesinde kendisinden sonrakilerinin beraatine vesile olan Said Nursi’yi hürriyet ve İslamiyet düşmanları cemiyetçilikle suçlayacaklardı. Taa o günlerde, iyi niyetlerle teşkil olunmuş ittihadı Muhammed-i Cemiyetini, güya demokrasi ve hürriyet düşmanı ilan ederek adeta bir suç örgütü mahiyetinde mahkemeye telkin etmişlerdi. Mahkeme heyeti de, Said Nursi’den önceki safhada söz konusu cemiyetin üyelerinden on beş tane masumu idam edecekti. İttihadı Muhammedi cemiyet miydi yoksa cemaat mi? Bu sorunun cevabını üstadın mahkeme yaptığı müdafaanın yedinci cinayetini havale ediyoruz.

Kökleri dışarda ve tetikçileri içerde bulunan demokrasi düşmanı dinsiz istibdat komitelerinin hükümete nüfuz ederek mazlum insanlara zulmü, elbette 31 Mart 1909’larda kalmadı. Bediüzzaman Said Nursi’yi yine cemiyetçilik suçlamasıyla 1935’de Eskişehir’de, 1943’te Denizli’de ve 1948’de Afyon’da zindana koyup idam ile yargılayanların teraneleri, daha sonra globalleşecekti. Kahire`de, Ankara`da, Bağdat`ta, Dakka’da ve daha bir çok İslam başkentinde bazı mazlum alimleri şehadete yükseltecekti… Müslümanları önce teşkilatlandırıp cemiyet tarzıyla hayata sevkeden gizli demokrasi düşmanlarının bu dehşetli oyunlarını anlamak isteyenlere, Said Nursi’nin mahkeme müdaafalarını okumalarını tavsiye ediyoruz. Üslup olarak siyasi partilere ve dolayısıyla iktidara müteveccih bir tarz ile, ahir zamandaki dehşetli global dinsizlik cereyanlarıyla mücadele edilemeyeceğini, 1922’nin sonlarında beyan eden Said Nursi`ye kulak vermeyen tüm fert ve cemaatlerin maalesef acıklı ve mağlup akıbetlerine yakın tarihimiz şahittir. Zira; ahir zamanın cihan şümul dinsizlik cereyanı, bazen tufan olup koca koca devletleri önüne katıp sürüklerken; cemiyet tüzüklerine hapsedilmiş dini cemaatlerin karşı koyamayacakları bir vakıa idi. Fakat Said Nursi’nin müstebit kemalizme ve onların harici müttefikleri komünistlere karşı Kur’an’dan derlediği metodu uygulayanların; aziz, muzaffer ve sevinç içinde bu fani dünyayı terk ettiklerine de şahit olduk. Bediüzzaman’ın Afyon Mahkemesinde, karşı tarafın cemiyetçilik suçlamasına verdiği cevabı da ilginç bulacaksınız: “Katiyyen size beyan ediyorum ki, hiç bir cemiyetçilik ve cemiyetler ile ve siyasi cereyanlarla hiçbir alakası olmayan nur talabelerini cemiyetçilik ve siyasetçilikle ittiham etmek, doğrudan doğruya, kırk seneden beri (31 Mart 1909) İslamiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi Bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki; üç mahkeme cemiyetçilik cihetinde bütün nurcuların ve nur talebelerinin beraatine karar vermişler.” (Şualar, S. 343)

Zaman ahir zaman olmasaydı, dini cemaatlerin karşısına sıradan devletleri tutsak edilmiş küresel dinsizlik cereyanları çıkmasaydı ve laiklik artık tüm devlet yönetimlerinde bir prensip olarak kabul edilmeseydi; elbette gelenekçi dini cemaatlerimize hak verebilirdik. Fakat hemen her yerde temayüz etmiş bazı cemaatlerin terör örgütü suçlamalarına maruz kalarak onlarca yılın müktesebatlarını kaybetmeleri gösteriyor ki; dini cemaatlerimiz hem hizmet metodolojisi ve hem de İslamı müdafaa ve tebliğ tarzlarındaki yenilikler için mutlaka Bediüzzaman Said Nursi`ye yönelmeleri gerekiyor. Hiç olmazsa zamanın tebliğ, mücahede ve müdafaa usullerini öğrensinler Said Nursi’den.

Cemiyyet, dernek, sendika, platform v.b. isimlerin yapı olarak siyaseti tedai ettirdiğinide Bediüzzaman’dan öğreniyoruz. Siyasetle alakalı her türlü kelime, mana, sembol, sıfat, format, imge ve ismin kullanılmasının dini cemaatler açısından sakıncalı olduğunu da daha önce belirtmiştik. Yaşadığımız tecrübeler Müslümanların davalarını tebliğ ve irşatta; öz kaynaklarından derleyecekleri kendilerine ait orijinal terminoloji ve tarza geçmeleri gerekiyor. İdarelere ve idarecilere; şeffaflığı, iyi niyeti, hasbiliği, istiğnayı, vatanperverliği, ihlası, güzel ahlakı ve iktisada dönük üretkenliği ders verecek “yeni terminolojileriyle” hem ehli siyasete doğru istikameti gösterecekler ve hem de demokrasiye dayanak olabileceklerdir, dini cemaatlerimiz.

Dini cemaatlerimizi siyasetçilik ve cemiyetçilik töhmetinden kurtaracak usül ve prensiplerin önemli bir kısmını “siyasal İslam ve Nurcular” isimli çalışmamızın üçüncü bölümünde incelediğimizden, şu makalenin tedai ettireceği bir çok soru ve cevabı, orada bulabileceğinize inanıyoruz.

Cemaatlerimizdeki ferdiyetçiliğin bundan böyle hem cemaat mensuplarına hem siyasetçi ve bürokratlara ve hem de arada sıkışacak yargı mensuplarına problem getireceğini bundan önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Dünyamızın yeni ve ileri bir demokrasi dönemine girdiği şu günlerden sonra; cemaatler de Kur’an ve sünnet çerçevesinde kalarak, bu ilerlemeye ayak uydurmak zorunda kalacaklardır. Müslüman dini cemaatlerin hem İslam coğrafyasında ve hem de AB ve ABD’de bu tarzı benimsemeleri neticesinde; demokrasilerimiz ve dünya barışı hususunda bugüne kadar görülmemiş mesafeler alacağımıza inanıyoruz. İnsanlık olarak o büyük kazancı hak ediyoruz, galiba.

Okunma Sayısı: 2268
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Şevket Paksoy

    18.3.2020 11:15:15

    Yazınızı icerik olarak çok kiymetli gördum. Bu meseleye tahşidat gerekiyor.... Allah razı olsun... Selam ve dualarımla...

  • Mücellâ

    16.3.2020 22:12:00

    Cemiyet ile cemaat arasındaki mesafenin dünya ile ahiret kadar birbirilerinden uzak olduğunu fark ettim, bu makalede. Doğru veya yanlışlığı tartışılır. İşin hüzün verici ciheti ise, dindarların dünya prensipleriyle ahireti kazanmaya çabaları değil mi?

  • Osman

    16.3.2020 22:06:28

    Üstad bize meşveret ve şurayı anlatır cemaatimiz ve cemaatlar buna uyarsa ve geliştirirse dünya dada demokrasi gelişir yazıda da belirtildiği gibi ifsad şebekeleri gerçek meşveret ve şurayı hep tahrip etmişler taki insanlar uyanmasın hep köle kalsın lar Demokrasi adalet ve hürriyet kaza ancak üstad ve risalei nur lar la inşallah

  • İ.Seyda

    16.3.2020 17:01:57

    CEMAATLER CEMİYETLEŞİRKEN ÇOK DİKKAT ETMEMİZ LAZIM Ülkemizde birçok grup, tarikat ve cemaat var. Bunların bugünlerde siyasetle kurdukları ilişkiler çok yoğun tartışmalara ve gerilimlere neden oluyor. Oysa cemaatlerin ve tarikatların hizmet alanının devlet olmadığını, devlet ve cemaatin birbirinden ayrılması gerektiğini FİİLİ OLARAK gözden kaçırıyoruz. Bugün birçok cemaat siyasetin arka bahçesi gibi çalışıyor. Devletten bağımsız olmaları gereken cemaatlerin ve tarikatların, sosyal yapılar olarak siyaset yoluyla güç elde etmek yerine, demokratik ve şeffaf bir şekilde siyasete görüşlerini açıklamak suretiyle katkıda bulunmaya odaklanmaları gerekiyor.

  • Nura

    16.3.2020 16:51:04

    Siyasetin dilini, ahirete odaklanmış cemaatlerimizin kullanmaları, onları hükümetler nezdinde sorunlu hale sokuyor. Hocam güzel özetlemiş meseleyi: Şeffaflık ve demokrasi.

  • Hüseyin

    16.3.2020 14:00:51

    İbn-i Haldun şöyle der : alimler külli, siyasiler cüziler ile düşünür... bunu ilim ve demokrasi olarak ta okuyabiliriz Zaman geriye doğru akmaz,ileriye doğru akar . Zamanın ruhuna tarihin akışına alışkın olmayanlar hayatın cemiyetin merkezinden dışlanırlar kenarda köşede tutulurlar. Zaman bize şunu gösterdi ki Kuvvet hakta yasada olursa cemiyet hayatı ahlaka,tabiata,sağlığa, hayatın ahvaline,yaradılışın hikmetine uygun ve şeffaf olur.

  • Demokrat Avrupa

    16.3.2020 13:12:44

    Dini cemaatler, önce kendilerinin cemiyet olmadiklarini anladiktan sonra cemaat olmaya baslayacaklar. Cemaat olmakla beraber hakiki Islamiyeti yasayacaklar, asli görevlerini yerine getirecekler ve topluma da örnek olacaklar. Demek ki Said Nursi Bediüzzaman`i anlamadan "dini cemaat" bile olunmuyormus...

  • Zeliha

    16.3.2020 09:07:24

    Hakiki hürriyetin tesisi için lazım olan demokrasiye cemaatleri bahane ederek mani olmak istediler ama bu yazıdan da anlaşılıyor ki cemaatler doğru anlaşılırsa hürriyet ortamı insanlığa faydalı hale gelecektir inşaallah

  • Oğuz yiğiter

    16.3.2020 08:49:21

    Arşivlik bir makale. Tebrikler, dualar...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı