Osmanlı Meşihatının en önemli heyeti olan Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’nin, Osmanlı ordusunu temsilen seçilmiş âzâsının; yeni cumhuriyet hükümetinin ismini “Diyanet İşleri” olarak değiştirdiği müesseseye ne kadar önem verdiğini merak edenler için, Üstad’ın İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve sonraki yıllarda Diyanetimiz hakkında söyledikleri, eserlerinde mevcuttur. Merak edenler bakabilirler.
Tek Parti’nin savaştan sonra da takip ettiği “mutlak istibdat” çizgisine rağmen; Diyanet’teki hocaların, zamanın şartlarına uyarak kendisinin yardımına koşamamalarını tolere eden ve hatta güzele yoran meşhur mektubu da konumuz açısından önemlidir.
Savaş hâlindeki milletin sağlığı için Sıhhiye Nezareti ne kadar önemli ise, imanına musallat olmuş ve çocuklarını eğitimle dinsizleştirerek kendisine alan dinsizlik cereyanlarına karşı da, elbette milletimizin din ve imanından sorumlu olan Diyanetimize müracaat edilecekti. İkinci Dünya Savaşı’nın, müdahaleci ve savaşçı küresel dinsizlik hareketini (komünizm) kısmen dizginlediği bir dönemde, Said Nursî’nin bütün vesilelerde Diyanet ile irtibat kurması, Onun ahirzamanda Kur’ân ve İslâmiyet düşmanlarına karşı, bu milletin imanını kurtarmakla vazifeli olduğunu da göstermez mi?
Ahirzamanda maddî felsefeden doğan materyalizme ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, Kur’ân’ı eline alarak cihad meydanına çıkan Said Nursî’ye, Osmanlı Meşihatı kayıtsız kalmadığı gibi, Diyanetin de kayıtsız kalmadığını, yine Bediüzzaman’ın mektubundan öğreniyoruz.
“...Bu memleket ve millet ve hükumet, bu eserlere şiddetle muhtaçtır. Hükumetin erkan-larından bekliyordum ki, bazıları bu eserlere sahip çıksın. Çünkü ben ölmek üzereyim; hem elim bağlı, sahip olamıyorum. İnşaallah, Ahmed Hamdi gibi dindar, muktedir zatlar benim bedelime sahip çıkacaklarına ümitle müteselli oluyorum. Bu vatanın ve İslamiyet camiasına yapacağınız bu kudsî vazifenizin mahkeme-i kübrada şefaatçi olmasına dua eder, hem de bilhassa o iki zata selâm ederim.” (Emirdağ Lâhikası-1, s. 215.)
Evet kayıtsız kalamazdı. Türk milletini bin senelik tarihinden kopararak dinsizleştirmek isteyen Kemalistlerin yüz seneyi aşkındır Said Nursî ve Risale-i Nur düşmanlığının, ne Türkiye kamuoyunda ne de dünya efkâr-ı ammesinde devam edemediğini artık herkes görüyor. 12 Eylül İhtilâli’yle ülkede din karşıtı dizaynlarının da tutmadığını biliyoruz. Bilhassa 2024 ile birlikte girdiğimiz bu güzel dönemde, dâhilî ve haricî ihanet mihraklarına dayanarak Risale-i Nur’a düşmanlık yapamayacağını gören münafık dinsizler, cemaatler arasındaki nifak tezgâhlarının da sonuna geldiklerini gördüklerinden, Diya-net Başkanlığının üzerinde sun’î baskılar uygulayabileceklerini hayâl etseler de, önümüzdeki zamanlarda bu saçmalığın da tutmayacağını biliyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığının vazifesi; iman, güzel ahlâk ve adalet duygusunun vicdanlara nakşı olunca, zaten kendisini Risale-i Nur’un çerçevesi içinde görüyor. İmansızlığa ve dışarıdan hücum eden cereyanlara karşı siyasetle mukabelenin faydasını, bilhassa son çeyrek asırda açıkça gör-düğümüzden, milletin iman ve ahlâkıyla vazifeli bu teşkilatımız bilmecburiye çare arayacaktır.
Tarih tekerrür ediyor. Bolşevik ihtilâliyle Rusya’yı ele geçiren komünizmin tüm dünyayı tehdit ettiği günlerde, Bediüzzaman’ın siyasîleri ikaz manasında yazdığı mektup da, zamanımızdaki global dinsizlik ve ahlâksızlığın siyaset ve idare ile değil, ancak Kur’ân ile durdurulacağını söylüyor.
“...Çünkü dinsizlik; Rus’u, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren [durduran], hakaik-i imaniye ve Kur’aniye’dir. Yoksa, Rusların tahribat nevinden manevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak manevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur’aniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa, adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.”
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra; saldırgan küresel dinsizliğin büründüğü yeni hâli de biliyoruz: Sivil, hürriyetçi ve kapitalist. Artık başka vasıtalarla dinsizliği ve ahlâksızlığı yayıyorlar. Metot değişse de hedef değişmemiş. Çocuklarımızı ailemizle birlikte kuşatan bu emansız düşmana karşı, Diyanetimiz elbette Risale-i Nur’dan istifade edecektir.
Avrupa’nın kuzeyinden çıkarak önce Hristiyanlığı mağlup ve sonra da İslâm’a yönelen bu kızıl cereyana, yalnızca Risale-i Nur ile karşıkonulacağını, Merhum Şehid Enver Paşa’dan bu diyanetimiz biliyordu…