Ortadoğu’daki şu cinneti, kaosu ve sürgünleri sonlandıracak konferansın Şam’da olup olmaması, Şam-ı Şerif Konferansının ne ehemmiyetini azaltacaktır ve ne de gündemlerini değiştirecektir.
Sekiz asır önceki insanlığın felaketi olan “Moğol belâsını” göğüsleyen bu mübarek şehir, İkinci Milenyumun başında da misyonunu yerine getirerek Efendimizin mucizesini tasdik etmiş oldu.
Şam-ı Şerif Konferansının “Hürriyetler, Demokrasi ve Dünya Barışı” gibi konulara bakan yönlerini görüp anlayabilmemiz için, belki de yakın tarihimiz için bir milat olacak 11 Eylül ihtilali öncesindeki manzaraya dönmemiz gerekebilir. Baba Esad’dan sonra, İngiliz akademilerinde eğitim görmüş, dünya olaylarına Londra perspektifinden bakmayı öğrenmiş oğul Beşşar’ın ilk günlerine gitmeliyiz. Suriye Muhaberatının dehşetli istibdat ve tazyiklerini halkın üzerinden hafifleten, hürriyetleri hazmettirerek geliştiren ve bilhassa Türkiye ile çok güzel münasebetler kuran, düşmanlarının çizdiği sınırları aşarak kardeşliğe koşan ve “mayın tarlalarını” temizlemeye başlayan iradenin Şam-ı Şerif kapılarını Anadolu halkına açtığı zamanlara giderek; Said Nursî’nin “Hutbe-i Şamiye’de” müjdelediği baharın ayak seslerinin işitildiği günlere… Konya’dan, Gaziantep’ten, Urfa ve Antakya’dan her gün onlarca otobüsle hasretlilerin Halep ve Şam’a doğru aktıkları zamanlara gidemezsek, ne Suriye Savaşının kimlerce çıkarıldığını öğrenebiliriz ve ne de “ barış ve demokrasinin “sembolü Şam-ı Şerif konferansının misyonunu anlayabiliriz. Beşşar ile birlikte harekete geçen söz konusu misyonun, Henry Kissinger ve şakirtlerinin takip ettikleri “Bop”u sıkıntıya düşürdüğünü, sıradan bir gazeteci bile anlayabilirdi. Bin bir zahmetle hazırlanmış onlarca tahrip projesinin Şam-ı Şerif’in misyonuna feda edilmesi, elbette beklenemezdi.
O günleri hatırlayabilenler, Araplarla Türklerin asırlık kardeşlik hasretinin alev alev Irak’ı, Arabistan’ı, Mısır’ı, Kuzey Afrika’yı ve hatta Yemen’i sardığını da hatırlayacaklardır. Nurcuların bu mutlu günlerde Şam-ı Şerif’te “Hutbe-i Şamiye” konferansı düzenlemeleri, bu tarihin bir parçasıdır. Ama sonra Suriye başta olmak üzere Irak, Ürdün, Mısır, Yemen ve Libya’nın üzerine musibet gibi yağan hadiseler geldi. Şu sekiz senelik zamanın mazi tüneline girip arşivlerdeki Suriye ve Irak Savaşlarının resim, bilgi ve belgelerini toplayanlar, ahir zaman deccaliyetinin Şam-ı Şerif’e kurduğu tuzağın dehşetini tüm ayrıntılarıyla göreceklerdir, düşüncesindeyiz. Tahatturu bizi mutlu etmeyen o olay ve resimlere kısaca değinmemizin sebebi, bahsettiğimiz konferansın misyonunu doğru anlamak ve kavli-fiili dualarımızla destek olmaktır.
Risale-i Nur Külliyatından zamanımızın ve gelen zamanların atlasını çıkaran Nur talebeleri, ellerinden geldiği kadar kamuoyunu aydınlatmaya gayret ettiler. Felâketleri önceden bildirdiler ve tedbirler çerçevesinde taraflara ve hükümete nasihatte bulunarak misyonlarını icraya çalıştılar, bundan böyle acilen takip edilmesi gereken etapları da ilgililerin nazarlarına sunmaya çalışıyorlar.
Şam-ı Şerif’in uğradığı musibet yalnızca Şam’ın demokrasi ve refahını geciktirmedi, bu kapıdan hürriyet ve medeniyet bekleyen tüm Arap Yarımadasının beklentilerini 9 sene boyunca ateşlere yaktı. Neoconların tezgâhladıkları 11 Eylül ihtilali, enstitülerinde dizayn ettikleri BOP projesi, savundukları Amerikan yüzyılı, Mesihi bir proje olan AB’yi ortadan kaldırma teşebbüsleri ve dünya hakimiyetlerinin (Onlar Yeni Dünya Düzeni diyorlardı) en büyük engeli Türkiye’yi küçük küçük parçalara bölme planlarının yekunu Şam-ı Şerif’te düğümleniyordu. Şam-ı Şerif’ten çekindikleri kesindi. Onun için önce Hindukuş dağlarına yöneldiler, sonra kuşağın zayıf halkaları olan kuzey Afrika’ya, Mısır’a ve en sonunda Şam-ı Şerife yöneldiler. Tıpkı Çingiz ve Hülagu gibi… Tıpkı Filistin Cephesini İngilizlere bırakarak, kolay idare edilir coğrafya hayali kuranlar gibi…
Şam-ı Şerifin uğradığı musibetle, mazlum milletlerin demokrasi intizarları onlarca sene gecikmiştir. İnsanlığın fazileti yolunda harcanacak sermayeler, Amerika’da “Neoconlarla” iş tutan silah tüccarlarınca gasp edilmiş. Savunmalarını Amerikan ve İngiliz ordularına ihale etmiş petrol zengini devletçiklerin büyük paraları da uçup gitmiş. Mermi olmuş, füze olmuş, kimyasal bomba olmuş ve mayın olarak bir milyon masumun katledilmesine sarf edilmiş. İşte Şam-ı Şerif’ten korkan Deccaliyet; hürriyet-demokrasiler yükselmesin, insanlık ayağa kalkamasın, barış gelmesin ve dünyayı yalnızca Neocon-Neoliberal ittifak idare etsin diyerek bunca cinayetleri on seneye yakındır işliyor.
Zahiren barış hep bu mübarek beldeye yakın durdu, fakat elinden tutamadık. Neocon korkusu Ankara ile Şam’ın arasını öyle uzattı ki, muvasala mümkün olmadı. Barış için El-Butî gibi kahramanlar kurban oldukları halde, Kemalizm ile Troçkizmin pençesindeki idareciler el sıkışmaya hiç yanaşmadılar.
“Barış ve demokrasi için Şam-ı Şerif ittifakı” yazımızla devam edelim inşaallah…