İnşaallah bundan böyle Marksist Feminizm yerine bazen de LGBT başlığını kullanacağız.
Ayının kırk türküsünün de ahlat üzerine olması gibi, Marksizm’in veya saldırgan materyalizmin bütün hesaplarının “dinsizliği ve ahlâksızlığı” bütün dünyaya neşir olduğunu, zaman gösterdi. Bu bizim tesbitimiz değil. İstanbul Sözleşmesi’nden imzalarını geri çeken Macaristan, Çek ve Bulgaristan gibi ülke yönetimlerinden, ülkeye ahlâksızlığı “sivil toplumlar” üzerinden sokmak isteyen Neoliberallerin nefeslerini kesen Rusya’ya kadar. Ve aşağıya alacağımız bir Çin Mahkemesi’nin bu hususta vardığı nokta ile anlıyoruz ki, dizginleri “Marksist kapitalistlerin” elinde olmayan bütün ülkelerin “millî meclisleri” haklı olarak bu dehşetli insanlık dışı hareketlerle mücadeleyi gündemlerine almışlar.
Bu yazımızda kırk seneyi aşkındır “insanın neslini tüketme ve bütün yaratılışı bozmaya” yönelik olarak Avrupa ve Amerika’dan başlayarak dünyaya yayılan nikâh ile mücadele, kürtaj hakkı, lgbt, aileye karşı bireysellik ve nihayet diversty hareketlerinin geçmiş zaman içindeki küresel tahribatlarından bahsederek “batılı tasvire” sebep olmak istemiyoruz. Fakat şu pandemi günlerinde; temel hürriyetlerimizin kısıtlanarak insanların meskenlerine tıkıldığı bir zamanda; hem sosyal medya üzerinden, hem belli tv kanalları ve hem de dünya sinemasını tekeline alan bazı film göstericilerinin fevkalâde bilinçlice yaptıkları ahlâksızca yayınlar, sığındığımız son kalemiz olan evlerimizde dahi büyük bir taarruz altında olduğumuzu idrak ettik. Bu halet-i ruhiye içinde, hem bütün insanlığı, hem İslâm milliyetini ve hem de Türkiye’mizi koruma adına artık hükümetimizin harekete geçmesinin zamanının geldiğini, tekrar yetkililerimize duyurmak istiyoruz.
Neoliberal Marksistlerin mahiyetini bilenler, onların pek de kuvvetli olmadıklarını biliyorlar. Çeşitli organizeler ve ağlarla; başkalarına ait büyük sermayeleri kendi fonlarında göstererek dünyada her şeyi kendi mülkleriymişçesine ”pazarlamaya” kalkışanların, ne kadar zayıf ve azınlık oldukları; milletlerin “millî hâkimiyet ve demokrasi” hareketleri başladığı gün, daha iyi anlaşılacaktır.
AKP hükümetinin milletçe hiç sevilmeyen bir yönünün “istismar” olduğunu, idarecileri de biliyorlar. Pireyi deve diye göstermek, siyasette istismar ettikleri her türlü değerler, partizanlık adına yalana kaçan mübalâğa ve çirkin iftiralar, klâsik Hıristiyanlık düşmanlığı, tahkik etmeden “Marksist propagandalarına” alet olmaları ve siyasî rant uğruna dinî, millî ve insanî değerleri korumaya almamaları gibi hem dostlarınca ve hem de karşıtlarınca çok çirkin görülen üslûplarına, artık hepimiz şahidiz. Hem feminizm, hem LGBT olayına ve hem de “Demokrasiye karşı gösterdikleri” lüzumsuz direnç meselesindeki yanlışları 12 Eylül ihtilâline vererek, milletimizin istediği temiz sayfaları açmanın hem Tayyip Bey’e ve hem de AKP’ye büyük kazanımlar getireceğini, partinin kurmayları da söylüyorlar. Kendisini Kemalistlerin inşa ettikleri klâsik siyasetin labirentleri arasına hapsetmiş, dünyada olup-bitenlerden habersiz, global Marksist kapitalist sermayeden ürken, Amerika ve Avrupa’daki müttefiklerinin yardımlarından mahrum ve giderek gücü ve enerjisi tükenen şu halden kurtulmak istememek; akıl ile muarazadan başka bir şey ile ifade edilir mi?
Ülkelerin kuvveti yalnızca zenginliklerinden kaynaklanmıyor. Öyle olsaydı, en az yirmi küçük ülkenin servetini, dünya hegemonyası uğruna millî demokrasilere müdahale için kontrollerinde tuttukları fonlarla iç savaş ve kaos çıkaran Neoliberallerin dünyada bir şanı- şerefi ve kimlikleri olurlardı. Milletlerin maddî zenginlikleri önemlidir. Zira belki ondan da önemlisi onların binlerce sene süren tarih, kültür ve medeniyetleridir. Neoliberal-neocon ittifakının Suriye, Irak ve Afganistan’daki tarihî eserlere “El-Kaide, IŞİD, EL-Nusra, PKK ve BOKOHARAM” kostümleriyle saldırılarının arkasında, Marksizm’in tarih, medeniyet ve kültür düşmanlığından başka ne bulabiliriz ki… AKP hükümeti dostlarını, ancak düşmanları üzerinden tanıyabilir. Avrupa ve Amerika’daki LGBT karşıtı fikir, bilim, siyaset ve diplomasi insanlarını tesbit edip global bir kuvvet ile stratejik ortaklığa gitmek zorundadır. Kurmay politikacılarının kullandıkları üslûbun gerçeğe aykırı, çağdışı ve dostları incitici ve kaçırıcı olduğunu, danışmanları da biliyorlardır.
Hükümet iddia ettiği gibi cesur olmalı, İstanbul Sözleşmesi’ndeki fahiş hatasını bir an önce düzeltmeli, diye bekliyoruz. NBCNews‘in sitesinde 5 Mart 2021 tarihinde yayınlanan bir haberde, Komünist olmasına rağmen Çin mahkemesi, LGBT’lileri savunan ders kitabının aleyhine dâvâyı sonuçlandırıyor ve bu tip insanları da “zihinsel bozuklar” sınıfında değerlendiriyor. Çin’in bu kararına mümasil “Doğu Avrupa” parlamentolarında alınmış çok kararların varlığını hükümetimiz de takip ediyor. Ve nihayet Papa Françesko da, Hıristiyanların beklediği açıklamayı yapmış bulunuyor. Türkiye hükümetinin bu meseledeki gecikmesi yalnızca ahlâkî değerlerimizi aşırmıyor, belki partinin de zeminine zarar veriyor, kanaatindeyiz.
AKP’nin kadınımıza, gençlerimize, millî eğitimimize ve millî değerlerimize yönelik “Marksist saldırılara” karşı sessiz ve pasif kalışının sebebini, galiba kendisine rey verenler de kısmen biliyorlardır. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi, bu global cereyanların bazen sinema, bazen üniversite, bazen TV kanallarımıza giren film şirketleri, bazen STK’lar, bazen kaynağı belirsiz fonlar ve bazen de köksüz siyasî partiler üzerinden maruz kaldığımız “dinsizlik ve ahlâksızlık” taarruzuna karşı Türkiye’yi koruma altına almayanların Doğu’da PKK ile ve Doğu Akdeniz’de Yunan ile ve Kuzey Suriye’de YPG ile mücadelesi yalnızca “palyatif” kalır ve netice de vermez.