Eyüp Aktaş: “Cenazesi olanlara belediyece belirli bir limitte pide ayran sağlanıyor. Cenazeye gelenler sayıdan fazla olduğunda cenaze sahibi imkânı yoksa bile borçlanarak pide takviyesi yapıyor. Yapmadığında ‘pide bile yokmuş’ diye taziyeye katılım sağlanmıyor. Bu durumun dini hükmü nedir?”
İKRAMI PAYLAŞMAK SÜNNETTİR
Belediyelerin cenaze sahiplerine taziye çadırı açmaları ve taziyeye gelenlere pide-ayran hizmeti vermeleri, cenaze sahibi adına ev sahipliğini üstlenmeleri takdire şayan bir icraattır. Vatandaşın en hüzünlü anında yanında yer almaları asil bir davranıştır. Bu aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in (asm) sünnetinin, kamu kuruluşunca üstlenilmesi demektir ve vatandaşı ikrama, ihsana ve acıyı paylaşmaya da teşvik etmektir.
Ancak belediyelerin bu ikramı belirli bir sayıda tutarak cenaze sahiplerini yarı yolda bırakmamaları da bir o kadar asil olacaktır. Acısı olan vatandaşın, acı anında misafirleri için pide ayran aramaya gitmesi kolay bir iş değildir. Belediyelere çağrımız, cenaze sahibinden alacakları tahmini sayıya göre bu asil icraatlarını planlamalarıdır.
Sünnet olan, cenaze sahibini acısı anında ikrama zorlamaktan kaçınmak, ikram takviyesine ihtiyaç varsa, cenaze sahibi olmayan Müslümanlarca paylaşmaktır. Adam zengin olsun, fakir olsun, fark etmez. Sünnet olan budur.
Ancak yerleşen adet, bütün ikramı cenaze sahibine yüklemek şeklindedir. Cenaze sahibi de, ölen yakınının ruhuna hayır ve sevap gider inancıyla, ikramı üstlenmekten kaçınmamaktadır. Böylece bir Sünnet-i Seniyye görenek belâsına kaybolmaktadır.
Öyleyse bir çağrı da kendimize yapalım: Bu sünneti sadece belediyelere bırakmayalım. Cenaze sahibinin yakın çevresini teşkil eden bizler sünneti ihya edelim, ikramı paylaşalım. Taziye anında çok makbule geçiyor.
EŞİ ÖLEN KADININ İDDETİ
Çorum Sungurlu’dan Nabi Alyakut: “Eşi ölen kadın dört ay on gün dışarıya çıkamaz mı? Bunun hükmü ve hikmeti nedir?”
Kur’ân, kocası ölen kadının ölüm iddeti beklemesini emrediyor. Ölüm iddetinden maksat bu süre içinde kadının evlenme yasağıdır.
Evlenme yasağı hem ölen kocaya saygıyı ifade ediyor, hem de böylece kadının ölen kocasından hamile olup olmadığı tamamen anlaşılmış oluyor. Eğer hamileyse çocuğun babası tereddüde yer vermeden tesbit edilmiş oluyor.
Kocası ölen hamile kadının iddet (bekleme) süresi doğum yaptığında sona erer.
Bunu şu âyet hükme bağlıyor: “Hâmile olanların iddeti doğum yapmalarıyla tamamlanmış olur.” 1
Kocası ölen ve hamile olmayan kadının iddet süresi ise dört ay on gündür. Bu da Kur’ân âyeti ile sabittir.
Âyet şöyle emrediyor: “Sizden, vefat edenlerin arkalarında bıraktıkları hanımlar dört ay on gün iddet beklerler. İddetleri sona erince, onların evlenmek hususunda meşrû şekilde yapacakları şeyden dolayı bir günah yoktur.” 2
Kocası ölen kadının iddet beklemesinden maksat, kendisine getirilmiş olan evlenme yasağıdır. Bu yasakla birlikte kadın iddet süresi içinde evlenme teşebbüsünde bulunamaz, birilerine evlenme talebini iletemez, kendisine gelen talebi olumlu veya olumsuz değerlendiremez, sokakta veya dışarıda evlenmekle ilgili işaret sayılacak bir tavır içine giremez. Talep gelmesini sağlayacak şekilde süslenerek dışarıda bu anlamda gezemez.
Yasak hükümleri bu davranışları kapsıyor.
Yoksa yasak bu kadını evine anlamsız biçimde kapatıyor değildir. Bu yasak ne kadına, ne kadının yakınlarına eziyet olsun diye konmuş değildir. Bu yasağı hikmetini anlamadan düz bir biçimde uygulayıp, kadının hayatını Cehenneme çevirmeye gerek yoktur. Yeni yasak üretmeye de gerek yoktur. Kadın koca bulacaksa bu gün evinde beklerken de bulur. Mesele salt evde bekleme meselesi değildir.
İddet süresi içinde evi dışında işi olan kadın edebini takınarak, dış elbisesini giyerek işine de gider, dersine de gider, zorunlu gitme ihtiyacı duyduğu her yere gider. Sadece kendini beğendirme anlamında en küçük bir çaba içinde olmaz. Evlilik yasağına riayet eder.
Dipnotlar:
1- Talak Sûresi: 4. 2- Bakara Sûresi: 234.