Mustafa Arslan: “Yirmi Birinci Lem’a’da geçen, “Nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder,” cümlesini açıklayabilir misiniz?”
Tenkit İki Türlüdür
İhlas Risalesinin İkinci Düsturu bize der ki: “Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.”1
Burada ihlâsa mugayir olan şey, “tenkit fiili” değildir. Çünkü hakikati bulmak için tenkit fiiline ihtiyacımız var. “Faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir” ihlasa aykırı olan şey.
Tenkit ikiye ayrılır: Müsbet tenkit, menfi tenkit.
Müsbeti gereklidir. İnsanları bölmez, rahatsızlık vermez. Hatta doğruyu bulmak isteyeni rahatlatır. Çünkü kimse hatasız değildir.
Menfisi ise tam bir afettir. Kusur arayana tam bir fırsat verir. Böler, parçalar, atar.
İnsan kendini hatasız/ la-yüs’el bilmemelidir. Kendisine gelen tenkitlerden menfi de olsa, artniyetli de olsa, üslubu düşmanca da olsa faydalanmalıdır. Hele, her tenkitten yeni bir düşmanlık çıkarmamalıdır. Bu ayrı!
Nazik ve Gurursuz söylemeli!
Fakat tenkidin acı ve aksi sözlerle yapılması kardeşlik hukukuna zarar verir. “Esselamü aleyküm kör kadı!” dememelidir. Söylerken, eleştirirken tere yağından kıl çeker gibi hassas, nezaket ve sevgi dolu/ gurursuz, kibirsiz, kardeşçe söylemelidir. Böyle söz muhatabına gider ve fayda verir.
Ama aynı şeyleri kabaca, sevgisiz, saygısız, gururla ve düşmanca söylersek, haklı da olsak eleştirimiz dinlenmez. Sadece düşmanlığa yarar.
Eleştiri yapmak ustalık ister! Kardeş ustalığı, nezaket ustalığı gerektirir.
Aksi takdirde aynı eleştiride kişileri ezmek de mümkündür. Ezme ve tahkir üslubu eleştirel bir üslup değildir. Küçümsemeden ve tahkir etmeden de eleştirmek mümkündür.
Kardeşi eleştirecek isek bu üslup meselesine dikkat etmeliyiz. Aksi halde sözümüz, muhatabımızı sadece kırmaya yarar. Başka bir işe yaramaz. Kardeş kırılınca da, “çok enaniyetlidir!” diye çamur atmamız daha da vahim hatamız olur!
Biz onun enaniyetini ölçmeyeceğiz. Biz üslubumuza dikkat edeceğiz. “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü burada uygulayacağız.
Nurculuğun Ta Kendisi!
Bediüzzaman ne kadar veciz söylüyor: “Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.”
Bu satırlar nurculuğun ta kendisidir! İki göz aynı noktaya bakmakta mahirdir. Fakat iki elden birisi diğerinden daha beceriksizdir.
Dil ile kulak arasında nasıl bir münasebet vardır? Dilin tadı ayrı, kulağın işitmesi ayrıdır. Fakat bu iki organ bile kardeşçe bir geçim birliği sağlarlar. Birbirine itiraz etmezler. Dilin tatlar dünyasında yaptığı algılamayı, kulak sesler dünyasında yapar. Dilin kötü tat algıladığı bir meselede, kulak da kötü ses algılar. Ve her iki organ da birbirini tamamlar.
Ruhun ayıbı varsa bile, kalp sevgisinden dolayı bunu görmez. Fakat noksanlığını tamamlar. Kusurunu örter. İhtiyacına ve vazifesine yardım eder.
Yardım etmez ise, o vücutta bütünlük kalmaz ihlâs yara alır.
Dipnot:
1 Lem’alar, s. 275