Fatih bey: “Namaz kılmayanın ve namazdan zevk almayanın kalbi mühürlü olduğu söylenebilir mi?”
Bunu Bilemeyiz!
Kimin kalbi mühürlü olduğunu bilemeyiz. Böyle bir öngörü ile uğraşamayız da. Esasen böyle bir öngörü kimseye emredilmemiştir.
Dahası: Böyle bir öngörü ile uğraşmak dalalettir, haddini bilmezliktir. Biz bunu bilemeyiz. Bilmekle meşgul da olamayız.
Eğer bunu merak ediyorsak, bizi meraka salan şeytandan başkası değildir. Bu durumda kendimize söyleyeceğimiz tek şey: Benim kalbim mühürlü değil, demektir. Ve kalbimizin mühürlü olmadığına inanmaktır. Kendi kendimizi kilitlemenin manası ve mantığı yoktur.
Kalbi mühürlü veya değil, her insan Allah’ın en has muhatabıdır. Allah’ın emirlerini yapmakla, nehiylerinden kaçmakla mükelleftir. İşledikleri günahlar için tövbe etmekle, haramların şerrinden Allah’a sığınmakla mükelleftir.
Bu mükellefiyet ölünceye kadar devam eder. Ölünceye kadar devam eden bir mükellefiyet varsa, kalbin mühürlü olmasından bahsedilemez.
Doğrusu, kalbin mühürlenmesi ilahî bir programın işidir. Kişi namaz kılmıyorsa, namazdan zevk almıyorsa bütün bunlar imtihandır. Kalbi mühürlü olmak değildir.
Bir Fail Arıyorsan O Sensin
Kalbin mühürlenmesi, Cehennemvârî bir cezâdır. İnsan, kendi kalbini kendi ameliyle mühürletmektedir. Yerden ve gökten hak fışkırıyorken, her bir zerre Allah’ın şâhidi hükmünde iken, her gün sayısız şahitler insanın kafasına, gözüne, kulağına, dimağına, aklına sunulmuşken; bunları görmemek, işitmemek, duymamak, insanı –maazallah- Allah’ın rahmetinin uzağına atar.
Yani insan kendi sonunu kendi elleriyle hazırlar; kendisi hakkındaki kararı kendisi verir, kendi ipini kendisi çeker. “İnsan yaptıklarına rehindir.”1 âyeti bunu ifâde eder. Öyle ki insan, kendi amelinin esiridir; kendi davranışlarının kölesidir; ne çekiyorsa, kendi ellerinden çekiyor; ne yapıyorsa kendisine yapıyor.
Oysa Allah Ğafûr ve Rahîm’dir. Allah bütün günahları bağışlar. Allah bütün kötülükleri iyiliklere tebdil eder. Allah mağfiret ve merhamet Sahibidir. Allah’ın mağfireti ve merhameti, gazabını geçmiştir.
Yeter ki, Kul Adım Atsın
Ancak Allah’ın kötülükleri örtmesi ve affetmesi ve onu iyiliklere çevirmesi kulun iman ve salih amel noktasındaki temayülüne bağlıdır.2 İnsan, bu temâyülden başka bir şey yapıyor değildir zâten. Kalpte bu yönelişin sebatı önemlidir. Hakka doğru tek bir adım!... Bir adım daha!... Hani yeni yürümeye başlayan çocuklar gibi, düşe kalka... Allah kendisine doğru düşe kalka da olsa yürüyüş sahiplerinin ellerinden tutuyor, Rahmetine celp ediyor, hidâyetini lütfediyor, günahlarını bağışlıyor.
Yani kul her şeyi eksiksiz yapıyor da, Allah ondan sonra kabul ediyor değil. Yani kul eğrisiyle, büğrüsüyle yöneliyor; -kul yeter ki yönelsin- Allah affediyor ve kabul ediyor. İşte ibâdetler, esasen bir yönelişten ibârettir. Kul yönelirse, Allah –inşaallah- kalplerin kilidini açıyor, çelik mühürleri bozuyor. Yeter ki, kul, ortaya “bir adım” koysun.
Ama kul, yöneliş göstermemekle beraber, haktan, hakikatten, Allah’ın apaçık rahmetinden ve davetinden yüz çevirmişse… Kendi elleriyle kulaklarını hakka kapatmış, gözünü hakikatlere karşı perdelemiş ve kalbini duygusuz taşlar gibi katılaştırmış ve mühürlemiş olmaktadır.
Bediüzzaman der ki: “Allah kalpleri mühürlemiştir.” ayetiyle, kalb ile vicdan, nur-u İmân sayesinde hakaik-i İlahiyenin tecellisine mazhar olmakla menba-ı kemalat, hayattar ve ziyadar oldukları halde; küfrün ihtiyar edilmesiyle zulmetli, ıssız haşarat-ı muzırra yuvasına inkılâp ettikleri için mühürlenmiş, kilitlenmiş ki, o korkunç yuvadaki akreplerden veya yılanlardan içtinap edilmesine işaret edilmiştir.”3
Dipnotlar:
1- Tûr Sûresi, 21;Müddessir Sûresi, 38., 2- Ankebût Sûresi, 7., 3- İşaratü’l-İcaz, s. 71.