Anamur’dan Bekir Dağaşan: “Denizli hapishane mektuplarının birinde; Üstad, hapisteki talebeleri için şöyle diyor: “Zaten hapsin haricinde onlara faydasız sevaplar, mes’ûliyetli meşakkat verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mes’ûliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır.” 1 Bu cümledeki “faydasız sevaplar” ifadesini nasıl anlamalıyız?”
Sevabın Faydaları
Risale-i Nur’un her bir kelimesi, bulunduğu yerde kendi ağırlığından çok fazla bir özgül ağırlığa sahiptir. Dimağda yepyeni bir farkındalık oluşturur. Kalpte derinliği ve karşılığı olan turfanda ufuklar açar. Ruhu hiç ummadığı rıza vadilerinde kanat çırptırır.
Faydasızlık ve sevap aslında iki zıt mefhumdur. Sevap olan bir şey faydasız olur mu? Biliyoruz ki, tek bir sevapta bile dünyanın ve ahiretin binlerce faydası vardır.
Sevabın dünyadaki faydalarından bir kaçı: Kişiyi onurlu kılar. Kişinin yüzünü ak eder. Hayırlı ve güzel işlerde kişiyi istekli hale getirir. Kişiyi negatif enerjiden kurtarır ve pozitif enerjiye ulaştırır. Eğer Allah dilerse işlerine bereket getirir.
Sevap Dünya Terazisine Sığmaz
Sevabın ahiretteki faydaları saymakla bitmez. Teraziye sığmaz. Dünya ölçeğiyle ifade edilmez. Dünyadaki sınırlarımız, sevabın ahiretteki faydalarını kavramaya elverişli değildir. Şu kadar var ki, tek bir sevabı bile ihmal edersek, bunun bize ne denli kaybettirdiğini ancak ahirette ahiret ölçeğiyle anlayabiliriz.
Çünkü tek bir sevap bile, Allah katında, kişinin Cennete girmesine vesile olacak bir özgül ağırlığa sahiptir. Tek bir sevap bile dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Tek bir sevap bile dünyayı güneş gibi aydınlatacak bir enerjiye sahiptir. Nitekim Üstad Hazretleri tek bir sevabın hakikî ağırlığını şöyle ifade ediyor: “Âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur.” 2
“Bir sinek kanadı kadar bir nur”, tek bir sevabın hakikî mahiyeti olsa gerektir.
Oysa Cenab-ı Allah’ın tek bir hasenemize, en az on sevap verdiğini... Bu sevabı çoğu zaman yetmişe, yedi yüze, binlere ve otuz binlere katladığını bir düşünelim. Tek bir sevap dünya ve içindekilerden daha hayırlı ise, otuz bin sevap neye tekabül ediyor? Otuz bin sevabı, meselâ bir Kadir Gecesi’nde, tek bir kez “elhamdülillah” sözümüzün sadece tek bir “elifine” verdiğini, her bir harfine de otuz binin katları kadar sevap vermeye devam ettiğini ve biz geceyi ihya ettiğimizde bunun böylece sabaha kadar sürdüğünü bir düşünelim.
Sevapla Ölçülemeyen Ameller
Dinimizde cihad gibi, oruç gibi, ihlâs gibi kimi ameller vardır ki, karşılığı sevapla ölçülmez. Çünkü doğrudan Allah’ın rızasına racidir. Sevap birimleri Allah’ın rızasını ifadede kifayetsiz kalır. Bu bakımdan cihad şehitlik getiriyor. Oruç için Cenab-ı Allah, “Orucun karşılığı Bana aittir.” 3 buyuruyor.
İmanların kökünden sarsıldığı felâket asrında yapılan “iman hizmeti” de bunlardandır. Cihad-ı manevîdir. Sevapla ölçülemeyen bir ameldir. Hele bu hizmet için katlanılan meşakkatlerin karşılığı, ancak Allah katında saklıdır.
Ahmed Feyzi Ağabeyin (r. aleyh) iman hizmetini aksatıp sevap kazanmaya önem veren kardeşlere, “Biz sevap tüccarı değiliz” demesi bundandır.
Evet, “sevap”, kaybedilecek bir değer değildir. Ancak iman hizmeti gibi karşılığı Allah katında saklı olan bir hizmeti, sevap için ihmal eden kişi, doğru dürüst bir şey kazanmaz. Sınır boyunda nöbet tutan bir asker, nöbeti bırakıp sevap kazanmaya giderse, nöbetten olduğu gibi, askerlikten de olur, sevaptan da olur!
Çünkü bu peşine düşülen sevap, faydasız sevaptır. Çünkü sevapla tartılamayan bir değerin içindeyken, o değeri bırakıp, farz ve vacip olmayan bir ibadetin sevabının peşine düşersek, çok az kazanmış, pek çok kaybetmiş oluruz.
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 347. 2- Sözler, s. 385. 3- İbn-i Mace, Sıyam, 1; Nesai, Sıyam, 43.