12 Mayıs 2011, Perşembe
“Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki; ”Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, Sen de onları esirge.” Âl-i İmran 24. âyet
“İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.” Bediüzzaman
Rabbimin Rahîm ve Şefîk isimlerinin tecellî ettiği annelik o kadar yüce bir değerdir ki, denizler mürekkep, ağaçlar kalem, yapraklar da kâğıt olsa, bu yüce değeri anlatmaya yeterli olamaz. Senede bir gün değil; her gün, her saniye anneler günü olsa, yine de annelerin hakkı ödenemez. Yeryüzündeki bütün gülleri toplayıp annelere versek de, inci, elmas, yakut ve mercandan gerdanlıklar yapıp boynuna taksak da, onların yüreğindeki evlât sevgisine mukabil olmaz.
Sâliha anneler, şu dünyada kavuştuğumuz en büyük nimettirler. Sahip olduğumuz bu büyük nimete karşılık, Rabbim katında mahfûz olan ne kadar şükür kelimeleri varsa, o kadar şükretmek gerekir.
Bir âyet-i kerîmede “Rabbinin nimetlerinden bahset, onları anlat" deniyor. Annelerimiz de büyük nimet oldukları için, onlar hakkında ne kadar konuşsak ve yazsak azdır.
Kaderin cilvesi gereği yıllardır gurbette olduğum için anne kokusuna hasret kaldım. Annemi çok özledim ve şimdi ona kavuşmak için gün sayıyorum. Her yıl izin vakti gelince, kendi kendime “İçimde anneme söyleyecek o kadar çok sözüm var ki; ona sıkı sıkı sarılacağım ve saatlerce öpüp koklayacağım” diyorum. Ama anneme kavuşunca, her nedense nutkum tutuluyor; söylemek istediğim sözlerin çok azını söyleyebiliyorum!
Anneleri gurbette olanlara sormak lâzım. Sanırım, “Anne nedir? Annelik nedir?” en iyi onlar bilirler.
Gurbette evlâtlarını büyütürken çeşit çeşit sıkıntıyla karşılaşırsın; bu çaresiz durumda sana yol gösterecek bir anne yoktur yanında. Gurbette çocuklarını tehlikelerden sakınmak için, âdeta onların üzerinden uçan kuştan korkarsın. Yavrularını gençliğin tuzaklarına düşmelerinden korumak çabasıyla farkında olmadan baskı yaparsın; bu baskıdan bunalan çocukların, kendilerini atacakları sıcak bir nene kucağı bulamazlar.
Hastalanıp yataklara düşersin; kimseyi değil, sadece anneni istersin, ama ne çare annen yoktur yanında.
Hayatın sıkıntılarında bir sıkıntıyı atlatırsın, veya çok güzel bir nimete kavuşursun, ne yazık ki bu sevinci paylaşacak annen yoktur yanında...
Uzun zamandır annemi yazmak istediğim halde bir türlü yazamadım. Doğrusu bu ya, iman hakikatlerinin öğrenildiği ayaklı bir medrese gibi olan Gülüm annemi anlatmak zor bir işti. Bu yüzden, söze nereden başlayacağımı bilemiyordum ve hâlâ da bilemiyorum.
77 yıllık hayat içinde çekmiş olduğu hastalıklara ve sıkıntılara karşı göstermiş olduğu Eyyûb (as) sabrını mı anlatsam... Soğuk kış günlerinde okula giden çocukları üşümesinler diye erkenden kalkıp yavrularının ayakkabılarını ve ceketlerini sobada ısıtıp giydirecek derecedeki Hz. Muhammedin (asm) şefkatini mi anlatsam... Hz. Yakup’un çocuklarına karşı duyduğu (özellikle de Hz. Yusuf’a) şedîd sevgisi gibi, çocuklarına bağlı olan, aklı fikri onların dünya-ahiret saadetleriyle meşgul olduğundan “Allah, Allah!” diye tesbih çekerken, dalıp “Çocuklarım, çocuklarım!” diye tesbih çekecek kadar çocuklarına duyduğu derin sevgiyi mi anlatsam...
Veya, elinde ne varsa misafirlerine ikram etmede İbrahimvâri keremini mi, bilemiyorum ki!?
Adı “Gülüm,” yanakları gül rengi, kokusu gül, konuştuğu zaman etrafına güller saçan bir annedir benim annem! Onu anlatmak o kadar zor ki; ama ben yine de deneyeceğim ve işe dedemden başlayacağım. Çünkü annemi anlamak için, önce dedemden biraz bahsetmek gerekiyor. Ayrıca, gelin adayı yetiştiren anne ve babalar için dedemin karakterinden çıkarılacak dersler var.
Musa Dedem ve bir grup akrabası 20. yüzyılın başlarında Azerbaycan’ın Karabağ mıntıkasındaki Gence şehrinden Türkiye’ye göç etmişler. Önce Sivas’a yerleşmişler. Burada bir müddet ikamet eden dedem ve ağabeyi Ağrı’nın Eleşkirt ilçesine bağlı olan “Hanzır” Köyüne (Yücekapı) yerleşmişler. Köy halkı Kürt, Türk ve Posof muhacirlerinden oluşuyormuş. Köylülerle kısa sürede kaynaşan dedem Kürtçe öğrenmiş ve Kürtlerle çok güzel dostluk kurmuş.
Dedem çok dindar bir insanmış; elinden Kur’ân-ı Kerim düşmez, dilinden zikir eksik olmazmış. Ezberlediği âyetleri, duâları ve zikirleri aile halkına da öğretme çabasında olduğu için çocukları arasında yarışma yaparmış. Verilen dersi kim önce ezberlerse ödüllendirirmiş. Ödül ise, o zamanki şartlarda makbul olan pazen elbiselik veya patiska gömleklik olurmuş! Çok küçük yaşta annesi vefat eden anneciğim, okuma yazma bilmediği halde ezberi kuvvetli olduğu için çoğu zaman birinci gelirmiş. Bu yüzden dedem annemi çok severmiş.
Dedem, Kürtlerle dostluk kurmuş demiştim. İşte bu dostluk, çok sevdiği kızını Kürtlere gelin verecek kadar ileri gitmiş ve annemi Kürt komşusu Hasan Efendi’nin Van Köy Enstitüsü mezunu olan oğlu Maksut’a vermiş. Bir kelime Kürtçe bilmeyen annemi Kürtlere verirken de” Bak kızım ben seni Maksut’a değil, şu iki ihtiyara (dedem ve nenemi kast ederek) verdim. Onlara saygı duyup hizmetlerinde kusur etmeyeceksin; hatta onların hizmetkârı olacaksın” diye de tembih etmiş.
Annem babasına verdiği sözü tutmuş ve âdeta kocasının anne ve babasına hizmetkâr olmuş. İslâm’ın sağladığı kardeşlik gereği; Kürt Hasan dedem ölüm döşeğinde iken, Türk Musa dedem yanında Kur’ân okuyormuş. Akrabalar gelip helâllik diliyorlarmış.
Doğudaki âdet üzere gelinlik yapan annem de (Kürtlerde saygı olsun diye gelin kayınpederi ve kayınbiraderleri ile konuşmaz veya çok kısık sesle konuşur) babaannem vasıtasıyla dedemden helâllik dilemiş. Dedem Kürt aksanlı Türkçesiyle “Musa’nın kızı! Musa’nın kızı ben senden razıyım” demiş. Musa dedem kızı hakkında söylenen bu sözlerden dolayı çok çok sevinmiş ve anneme duâ etmiş...
Öğretmen olan babam bir kaç yıl Hanzır’da görev yaptıktan sonra Sivas’a tâyin edilmiş. Babam yeni bir şehre tayin olduğu için babaannemi yanında götürmek istememiş; köyde halamın yanında kalmasını istemiş. Belki de, babaannemin Türkçe bilmemesinden veya giydiği yöresel kılık-kıyafetinden utanmış kim bilir? Annem, babama ısrarla karşı koymuş: “Anneni de almazsan ben gelmem!” demiş. Annemin israrı sonunda babam nenemi de götürmek zorunda kalmış. Annem, Sivas’taki komşularına hiç Türkçe bilmeyen babaannemi kendi annesi olarak tanıtmış. Niye konuşmuyor? diye sorulduğu zaman da “Dilsizdir!” demiş. Subhânallah! Rol icabı dilsizlik yapan babaannem, 7-8 yıl sonra felç geçirip dilsiz olmuş. Sadece, Allah Teâla’nın isimlerinden olan ve Kürtlerin duâ yaparken çokça kullandıkları “Hüda” (Kürtler “Hude” diye telâffuz ederler) ismini söyleyebiliyormuş.
Annem, yıllarca yatalak olan babaanneme öyle iyi bakar ve temiz tutardı ki, herkes annemi konuşurdu. Babaannem İzmit’te vefat ettiğinde ben 15 yaşlarındaydım. Annemin anlattığına göre, nenem vefat edeceği gece annemin ellerini ısrarla öpmüş. Annem geri çekse de, o ısrarla defalarca öpmüş ve hizmetlerine karşılık helâllik dilemiş.
Genç kızlık dönemimde annem benim can dostum olmuştu. Onunla gülmüş, onunla oynamışımdır. Bana güvendiğini belli etmek için, sırlarını dökmekten çekinmezdi. Onun bu tutumu bana mesuliyet yüklemiş ve çabuk olgunlaşmamı sağlamıştı. Gurbete çıkacağımı sezmiş gibi, çocuk bakımı, ev idaresi gibi işleri çok erken yaşlarda öğrenmemi sağlamıştır. Annem sabah namazında kalkar, camları açıp dış kapıyı aralardı. Ve “Subbuhun Kuddüsun Rabbül Melâiketi verrûh” diye zikrederdi. Anne “Sabah sabah niye camları açıyorsun?” diye sorduğumuzda, “Bereket ve rahmet girsin diye” cevap verirdi.
Uyandığınızda etrafınızda zikreden bir anne buluyorsunuz, bu tarif edilemez güzellikte bir duygudur!
Annemin kuvvetli imanı ve dindarlığı; tembelliğinden, hayatının yarısını namazsız geçiren babamı da doğru yola çekmiştir elhamdülillah. Babam ömrünün son 25 yılını namaz kılarak geçirdi ve Bediüzzaman’ın müjdesine nâil oldu “Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyânetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebedide kaybetmemek için mütedeyyin olur”
Üstad Bediüzzaman 24. Lem’a da şöyle diyor: “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım hâlde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum” diyor.
Evet, “Kızım, Rabbini bilen câhil olmaz, asıl câhil Rabbini tanımayan ve O'na kul olmayandır” diyerek ruhuma iman hakikatlerinin ana çekirdeğini eken annemdir. Risâle-i Nurlar ise bu çekirdeğin neşv ü nemâ bulup sünbüllenmesini sağlamıştır. Rabbime binlerce defa hamd olsun.
“Ey Rabbim! Hesap gününde beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla” İbrahim 41. âyet.
Okunma Sayısı: 2556
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.