1967-1968 eğitim yılında İmroz (Gökçeada) İlköğretmen Okulu'nda parasız yatılı olarak okuyorduk. Akşamları yemek öncesi ve yemekten sonra birer saatlik etüdlerimiz vardı. Sonraki günün derslerine çalışır, varsa ödevlerimizi yapardık.
Rahatsızlık veren olursa sınıf başkanı numarasını tahtaya yazardı. Etüd saatlerinde nöbetçi öğretmen sınıfları dolaşırdı. Numaran tahtaya yazılmışsa vay haline. Avucuna şaplatılacak sopanın değdiği yer hemen kızarır, sonra kabarır içi sulanır sızım sızım sızlardı. Etüde mazeretsiz olarak katılmadıysan aynı akıbeti yaşarsın. Fakat her sınıftan sınıfın temizliğini yapmak, okulun genel temizliğine yardımcı olmak üzere iki kişi nöbetçi öğrenci olurlardı. Onlar yorgun olacaklarından etüdlere katılmaz numaraları tahtada "NÖ" olarak yazılı dururdu.
Öğrenciler her türlü hileyi yutturabilirlerdi. İşi olan etüde katılamayacak olan birisi kendi yerine nöbetçi öğrencilerden birini etüde gönderir kendisi kaçar işine bakardı. Nöbetçi öğretmen sınıftakileri sayar, iki nöbetçi öğrenciyi sayıdan düşer, toplam sayı tutarsa problem olmazdı. Yani tahtada nöbetçi öğrenci olarak yok yazılan kişi hem var, hem yok olurdu. Bazen bu hal beklenmedik durumlarla ortaya çıkardı.
Müzik kabiliyetim pek iyi olmadığı için imtihanlar öncesi çok çalışmam gerekiyordu. Sözlü imtihan önceki akşam yemek sonrası ikinci etüde arkadaşım nöbetçi öğrenci Mehmet'i bırakıp yatakhaneye giderek mandolin ile okul şarkılarını çalmaya çalışıyordum. Yemek öncesi etüdde sınıf başkanı gürültü yapanlar listesine beni de eklemiş, numaralarımızı yazmıştı.
Okulumuzun en sert hocalarından, aynı zamanda sınıf öğretmenimiz olan Mülâzım Hocam nöbetçi öğretmen olarak gelmiş, tahtadaki gürültü yaptıkları başkan tarafından tahtaya yazılan numaraları okuyarak, “Numarasını okuduklarım derhal tahtaya çıksınlar” demiş.
Numarası okunan sekiz kişiden yedisi tahta önüne sopa yemek üzere dizilmişler. Ben sınıfta olmadığımdan hoca bağırarak, “ 433 derhal tahtaya çık!”
Herkes korkuyla birbirine bakarken yerime bıraktığım Mehmet, tedirgin bir şekilde ayağa kalkmış. Doğruyu söylese ikimiz de dayak yiyeceğiz. Söylemese 433 nerede?
Elinde sopası ile tahtaya çağrılanların avuçlarını patlatırcasına vururken iyice öfkelenen Mülâzım hocam çığlık atarak korkutucu bir eda ile “Nerede bu 433?” demiş.
Mehmet ağır ağır kalkıp şaşkınlık ve korku içinde etrafına bakıp korkulu gözlerle mırıldanarak, “Hocam 433 yok da yerine ben vekil olarak kaldım.” Bereket ki hoca öfkeyle ne olduğunu anlamamış. Mehmet'e şiddetle seslenerek: “Gel buraya!” diye haykırarak avuçlarına, diz arkalarına ince kırbaç gibi sopasıyla öyle dayak atmış ki, etüdden çıkıp yatakhaneye geldiğinde gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, topallayarak yanıma geldi. “Senin yerine Mülâzım Hoca'dan dayak yedim” dedi.
Arkadaşlar ise hem ona, hem de benim düştüğüm hale gülüyordu.