"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dürüstlük ve patavatsızlık arasındaki o ince çizgi

Yasemin YAŞAR
05 Ekim 2019, Cumartesi
Dürüstlük adı altında patavatsızlık yapmak bazıları tarafından bir erdem olarak kabul ediliyor.

“Ben düşündüğümü söylerim.” “Ben dürüst bir insanım.”, “İnsanlara ne söyleyeceksem yüzüne söylerim.” cümleleri, insanları kırıyor, yıpratıyor ve ilişkileri zedeliyor.

Kavram ve kelimelerin değişime uğradığı böyle bir zamanda patavatsızca konuşmak acaba “dürüstlük” erdemi içinde değerlendirilebilir mi? Diline her geleni söylemek ve bu konuda sınır tanımamak ve üstelik buna da açık sözlülük ve dürüstlük adı takmak dürüstlük kavramını acımasızca katletmek demek değil midir?

Güzel bir söz vardır: “İstediğini söyleyen istemediğini işitir.” diye, lâkin dürüstçe (!) yani patavatsızca konuşanlar ne yazık ki bu patavatsızlığın bedeli olan istemediğini işitmeye de tahammül edemezler.

Doğruları konuşmak elbette güzel bir meziyettir. Lâkin doğruları söyleme biçimi, zamanı, yeri çok mühimdir. Zira doğrular doğru zaman ve zeminde ve doğru bir metotla ifade edilmezse doğruların anlaşılmasına mani olur.

Bir kimse, çok sevdiği devesini kaybeder, çok arar, ama bulamaz. Bir delikanlı, bunun kulağına bir şeyler söyleyince çok şaşırır. O kişi heyecanla hemen ayrılır. Orada bulunan mübarek bir zata gider.

- Hocam, ben devemi kaybettim, yerini de siz biliyormuşsunuz.

- Allah Allah ben ne bileyim, nereden çıkardın bunu?

- Bir talebeniz söyledi. (Bizim hocamıza git, o yerini bilir) dedi.

O talebeyi çağırırlar. Gelince hocası ona sorar.

- Sen buna ne dedin?

- Buna çok acıdım, devesini çok sevdiği için de, söylemek zorunda kaldım.

- Ne söyledin?

- (Bizim hocamız bir gün buyurdu ki, evliya zatlar bütün dünyayı bir tabağın içinde görürler, deve de onun içinde. Git devenin yerini ondan öğren!) dedim.

- Öyle mi, sen şöyle dur bakalım. Devesini kaybeden kişiye de der ki Zannedersem deve falan evin yanındaki ağaca iple bağlı, git oradan al!

Adam sevinçle gidince, o zat talebeye der ki:

- Bak evlâdım, üç kişinin arasında konuşulanlar farklı olur, on kişinin arasında konuşulanlar daha farklı olur, kalabalıkta konuşulanlar daha da farklı olur. Sen eğer üç kişinin arasında konuşulanı böyle söylersen, her duyduğunu her yerde anlatırsan, fitneye sebep olursun. Peygamber Efendimiz (asm), üç kişiye ayrı söylemiş, beş kişi olunca daha başka türlü konuşmuş, bin kişi olduğu zaman daha farklı anlatmış. Meselâ, bir gün Hazret-i Ebu Bekir’e ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hazret-i Ömer gelince, konuşma üslûbunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Hazret-i Osman gelince, yine konuşma tarzını değiştirdi. Hazret-i Ali de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Resulullah Efendimizin (asm) her defasında konuşma üslûbunu değiştirmesi, oradaki zatların istidatlarının farklı oluşlarındandı. Dolayısıyla her söz, her doğru, her yerde söylenmez, herkese de aynı şekilde anlatılmaz. Bu bir ilimdir. Çok yanlış yapmışsın, bir daha da böyle şey yapma!

Evet, bazı doğruların bazı zamanlarda söylenmesi yanlıştır. Bu yanlışlık ya sözün kendisiyle alâkalı yahut muhatabı olan kişilerle alâkalıdır. Her doğrunun her yerde söylenmemesinin bir şartı da bazen doğru olduğu halde söylenmesi doğru olmayan doğrulardır. Meselâ uhuvveti, kardeşliği zedeleyecekse hele bir de halis bir niyetle söylenmezse tamirat yerine tahribat yapacaktır. O zaman en güzel ölçü hale mutabık söz söylemektir. İçinden her geleni söylemek ve dürüstlük arasındaki o ince çizgi karşınızdaki insanın size verdiği tepkiyle anlam kazanmaktadır.

Bazı doğrular vardır ki, belli şart ve kayıtlar dahilinde söylenmiştir. Kişi o şartları göz ardı ederek her halde, her zamana teşmil ederek söylemesi doğrunun yanlış biçimde söylenmesi anlamına gelir.

Hasılı; bir şeyi, nasıl söylediğin, hangi zeminde söylediğin, söylenen doğru kadar mühimdir. Bu yüzden tarz ve metot aslında maksattan önce gelir. Zira yanlış usûl, hak olan maksadı hakka ulaştırmaz. Burada belki de dikkatlere sunulacak önemli bir nokta da, doğruları ifade ediyorum derken bu doğruyu söylemenin vahim neticelerini de dikkate almamaktır. Bir hak yerine getirilirken çok haklar zayi etmemektir. Bazen konuşulması gereken yerde susmak da hakların zayii olması anlamına gelebilir. Bu ince ve hassas ayarlarla bakıldığında demek ki sırf hak ve doğru konuşmak yeterli değildir. Bu tarz konuşmak dürüstlük de değildir.

Okunma Sayısı: 10358
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ramazan ÇALIŞAN

    5.10.2019 10:18:32

    Çok önemli ve çok ince bir konu olan "usul esastan önce gelir" kaidesini Yazınızda çok güzel bir şekilde işlemişsiniz.teşşekür ediyoruz.

  • Abdullah Tunç

    5.10.2019 08:24:43

    Çok çok önemli bir yazı. Konuşulan ların doğru olması kadar, dikkat edimsesi gereken husus,yerine ve müktezayı hale göre konuşmaktır. Konuşma hem muhatabı ve hemde doğruları incitmemelidir.Doğruların söyleme biçimi,tarzı da çok önemlidir. Yeri ve zamanı da önemlidir.Onun için Meşhur yunus bazı söz başı keser ,bazı söz savaşı keser demiştir. Bir çok küskünlük ve dargınlıkların temelinde yersiz ve patavatsız ve sözler yatmaktadır.Onun için şu hadisi şerif bizim konuşmada rehberimiz olmalıdır." Ya hayır söyle,ya sus." Tebrikler Yasemin bacı...harika bir yazı...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı