Tozlu yapraklar arasında kaybolmayı sevenlerdenim.
Mazide sonuca bağlanmış meseleler ve üzerine yazılmış köşe yazılarını takip ederken, kiminin uzun izahlarla hakikati ıskaladığını kiminin ise iki-üç paragrafla konuyu can damarından yakaladığını görüyorum.
Yapılan tahlillerin kaç sene dayanabildiklerini, kaç yıl öteyi görebildiklerini merakla inceliyorum. Böylesine bir niyetle açtım geçmiş dergilerden birini. Karşıma Demokrat bir milletvekilinin meclis konuşması çıktı. Konuşmasında 67 sene öncesinden kuvvetli bir fikir beyan ediyordu.
Bahsettiğim vekil Zeki Başağa. Kendisi bir doktor ve 1954 yılında Demokrat Parti’nin Gümüşhane milletvekili olmuş. Mecliste yaptığı konuşmada Demokrat Parti’nin laikliği zedelediği ithamına şöyle cevap veriyor:
“...bizim, dini ihmal etmemiz şöyle dursun, aksine dine el uzatmaklığımız biraz da programımızın icaplarından oluyor.”
“Uzun bir maziye sahip olarak bu kadar lâkaytlık karşısında dahi, vatandaşı, din mevzularından veya dinden ayırmanın imkânı olmadığına göre ve devletin lâkaytlığı karşısında hakikî din adamları yerine, dini kendi şahsî menfaatlerine alet eden birtakım zümrenin ortaya çıkmış olması bir memleketin istikbali bakımından endişe edilecek bir haldir. Bu bakımdandır ki Demokrat Parti’nin dine ve dini müesseselere karşı ilgi göstermesi memleketimizin istikbalini garanti etmek bakımından çok faydalı bir hattı harekettir.
“Biz milliyetçiliğimizin yanında gayet samimî bir din anlayışının da bu memlekette yeniden filizlenmesini ve filizlenmiş olanların da kuvvetlenmesini temin için Devlet, Hükümet ve Meclis olarak çalışmak mecburiyetindeyiz. Biz dini kendi haline bıraktığımız takdir de yarın bu memleketin başına belâ olabilecek ne idüğü belirsiz birtakım kimselerin ortaya çıkmasını asla önleyemeyiz.
“... beri tarafta dindar olanlar gayet asil bir şekilde sabırla ve tevekkülle beklerken din aleyhtarı olanlar neşriyatlarıyla ve propagandalarıyla, her türlü hareketleriyle dindarlar üzerinde bu kadar ağır bir baskı yapmalarının elbette ki bir sebebi olmak lâzımdır. Şimdiye kadar daha ziyade solcu cereyanların ve başka dinlerin memleketimizdeki gizli neşriyatları İslâm dinini biraz daha geriletmeyi hedef tuttuğu için, bu gizli faaliyetlerin ağır baskısını din ve vicdanlarımız üzerinde hissetmiş bulunuyoruz”
“Biz Halk Partisi zamanında işlenilmiş günahların affedilmesini onların hesabına niyaz ederken artık bu münakaşaların bir tarafa bırakılmasını da temenni ediyoruz.”
Bu şekilde bitiriyor vekil sözlerini. Fakat bu konuşmayı yaptığında karşısında Halk Partili vekillerin olmamasını da Cenab-ı Hakk’ın bir tecellisi olarak yorumluyor.
Dikkatinizi çekti mi?
Demokratlığın din ile irtibatı, üç madde üzerinden kuruluyor.
Birincisi: Demokratların programı dindarlara el uzatmayı gerektirir. Milletin teveccühü de buna bir tasdiktir.
İkincisi: Eğer hakikî din adamları yerine ne olduğu belirsiz insanlar öne çıkar ve dini, menfaatlerine alet ederse bu memleketin istikbaline zarardır. Bu sebeple devlet, hakikî dindarların hürriyetini temin etmeli ve bu zararın önüne geçmelidir.
Üçüncüsü: Samimî bir din anlayışının filizlenmesi ve filizlenenlerin büyümesi için devlet hükümet ve meclis birlikte çalışmalıdır.
Mecliste yapılan bu konuşmayı okurken, işin demokrasi ve hürriyet açısından ele alındığı, dini desteklemenin, demokrasi ve millet menfaatinin bir gereği olduğu kolayca görülüyor.
Bu sebeple zamanında devletin kapısını dindarlara kapattıklarını sananların aslında içeri almadıkları şeyin demokrasi ve millet menfaati olduğunu 67 sene önce söyleyen bu vekil aslında şu dersi veriyor: Parti fark etmeksizin yönü demokrasi olanın yolu dinle kesişmek zorunda.