İslâma göre iktisat, Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sayısız nimetleri, veriliş amacı doğrultusunda kullanması ve nimetler üzerinde tasarruf ederken, haddi aşmaması, vasatta kalmasıdır. Kâinatın yaratılışında da tam bir iktisat vardır. Her zerre olması gereken yerde ve olması gereken miktarda yaratılmıştır.
Bu iki kelime içinde, hayatın önemli şifrelerinin derc edilmiş olduğunu düşünüyorum. İktisat da, istikamet de, İslâmiyetin önemle üzerinde durduğu hususlardır.
Kur’ân-ı Kerîm, (tabirde hata olmasın) insanlığın kullanma kılavuzudur. Nasıl ki bir firma, ürettiği bir malın en verimli ve amaca uygun bir şekilde kullanılması için yanında bir de kullanma kılavuzu verir. O kılavuza uygun şekilde kullanıldığı takdirde o üründen gerektiği gibi faydalanmak mümkün olur. Cenab-ı Hak da, Resulü Ekrem (asm) vasıtasıyla Kur’ân’ı göndermiş, orada insanın nasıl yaşarsa hem dünya, hem de ahiret saadetine erişebileceğini bildirmiştir.
“Yaşayan Kur’ân” olan Resul-ü Ekrem, (asm) Kur’ân hükümlerini kendi hayatına yansıtarak insanlara ders vermiştir. Müslümanların rehberi, “Sünnet-i Seniyye” dediğimiz O’nun (asm) hayat tarzıdır. O’nun (asm) hayat tarzı ise, tam bir iktisat ve istikamet timsalidir.
İslâma göre iktisat, Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği sayısız nimetleri, veriliş amacı doğrultusunda kullanması ve nimetler üzerinde tasarruf ederken, haddi aşmaması, vasatta kalmasıdır. Yemede, içmede, giyimde ve her türlü ihtiyaçların karşılanmasında, esas olan dengeli ve vasat olan bir hayat tarzını tercih etmektir. İslâm litaratüründe buna “muktesit meslek” denilir. Sahabe efendilerimizin hayatı, bu muktesit meslek tarzının en güzel örnekleri ile doludur.
Müslümanların ibadetleri de yine muktesit meslek üzerine bina edilmiştir. Namaz kılarken ömür sermayesini en iktisatlı bir şekilde kullanmış oluyoruz. Burada da tam iktisattan söz edebiliriz. Namazını zamanında ihlâs üzerine kılan bir insan, fuzulî meşguliyetlerle zamanını israf etmez. Her anını Allah’ın rızasını kazanmak için kullanmaya gayret eder.
Kâinatın yaratılışında da tam bir iktisat vardır. Her zerre olması gereken yerde ve olması gereken miktarda yaratılmıştır. Bizim dar aklımızla, gördüğümüz bir çok canlıların yaratılmasının hikmetini bilemediğimiz için, “bunlar olmasa sanki ne olurdu, dünyanın neyi eksik kalırdı” diye düşünebiliriz. Halbuki, Allah’ın yarattığı hiçbir varlık, manasız değildir. Deniz dibindeki tek hücreli canlının dahi, kâinatta ve canlılar âleminde bir yeri vardır. “Cenab-ı Allah abes iş yapmaz.” Merkez Efendi’nin dediği gibi, “her şey merkezinde” yaratılmıştır.
Kendi vücudumuza bir bakalım. Hangi organımızı gereksiz görebiliriz? Veya hangi organımızın yerini beğenmeyip, “şu organımız şurada değil de burada olsa daha iyi olurdu” diyebiliriz. Demek ki, bedenimizde de her organımız iktisat içinde yaratılmış, hiçbir hücremiz israf edilmemiştir.
Başlığımızdaki ikinci kelime olan istikamet ise, “doğruluk, dürüstlük, adalet, itidal, itaat, sadâkat ve dürüstçe yaşama” gibi anlamları ihtiva eder. Sahâbeden birinin Hz. Peygamber’den (asm) kendisine, başka bir öğüde ihtiyacı kalmayacak değerde bir öğütte bulunmasını istemesi üzerine Resûl-i Ekrem ona, “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” demiştir. (Müsned, III, 413; IV, 385) Bu hadisteki istikamet kelimesinin öncelikle tevhid inancında kararlılığı ifade ettiği belirtilmektedir. Nitekim Taberî’nin zikrettiği bir rivayette Resûlullah (asm) “Rabbimiz Allah’tır” diyerek iman eden insanların önemli bir bölümünün daha sonra küfre döndüğünü söylemiş, ardından da şöyle demiştir: “Her kim imanla ölürse işte o istikamet sahibi olanlardandır.”
Müslümanın istikameti, sırat-ı müstakim üzerinde olmaktır. Günde beş vakit namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha Sûresi’nde, “İhdinessiratel müstakim,” derken, “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet” diye duâ ederiz. Demek ki, sırat-ı müstakim üzerinde, dosdoğru olmak, en çok muhtaç olduğumuz bir nimet ki, günde en az kırk defa bu şekilde, Cenab-ı Hakk’ın kelâmı ile duâ ediyoruz.,
Rabbim cümlemize iktisat ve istikamet üzerine yaşamayı nasip etsin.