"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Genç Osmanlılar hareketi olan Jön Türkler

Abdülbakî ÇİMİÇ
23 Eylül 2021, Perşembe
Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (132)

Jön Türkler (Genç Türkler); Batı tarzı yenileşme taraftarı olan Genç Osmanlılardır. Çok yönlü ve çok fikirli olan bu yapının ilk başlarda kendi değerlerini yitirme pahasına Avrupalılaşmaya çalıştıkları biliniyor. Özellikle bu yapının içinde bulunan farmasonların dine karşı lâubâli vaziyetleri biliniyor. Daha sonra Jön Türkler içinde bulunan ahrâr ve hürriyetperver şahsiyetler bunlardan ayrılacaklardır.

Jön Türkler kavramı, Avrupa’da Osmanlı Devleti’ne karşı bir muhalefet hareketi örgütleyen Yeni Osmanlıları tanımlamak için Avrupalı bazı yazarlar tarafından kullanılan bir kavramdır. Jön Türkler’den Ali Suavi, “Civan Türk ya da Yeni Osmanlılar, Frenk mukallidi bir zümre değil, devleti yani idareyi tecdid edecek efkâr-ı cedideye sahib olanlar” 1 diye tanımlamıştır. Avrupa’ya eğitim ve diğer sebeplerden dolayı giden ve yenilikçi fikirler edinen Genç Osmanlılar, birçok fikir ve itikad farklılıklarına rağmen, genel olarak “Jön Türkler” olarak ifade edilmiştir. Hatta daha da öteye gidilerek, Abdülhamid ve uygulamalarına karşı çıkan bütün muhalifler, Jön Türk diye adlandırılmıştır. Yoksa bunları birbirine bağlayan genel bir ideolojiden bahsetmek çok güçtür. Abdullah Cevdet bir ateist iken, Mizancı Mehmet Murad Bey, dini hassasiyetleri ön planda olan bir şahsiyettir. 2  Önde gelen Jön Türkler arasında Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza, Ahmet Niyazi, İshak Sükûti, Mahmut Celaleddin Paşa, Talat Paşa, Mizancı Mehmet Murat Bey, Dr. Nazım, Said Halim Paşa, Samipaşazade Sezai, Tunalı Hilmi ve Yusuf Akçura gibi isimler sayılabilir. Bu hareket daha sonraları, Ahmet Rıza ve Dr. Nazım Bey tarafından kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile siyasî mücadelesine devam eder.

İttihat ve Terakki, gerek temsil ettiği fikir ve gerekse mensupları bakımından mütecânis yapıda bir teşekkül değildir. Cemiyet’in bünyesinde bilhassa 1908 öncesinde çok farklı ve hatta birbirine tamamen zıt fikir ve zihniyete sahip insanlar yer almıştır. Jön Türkler içindeki birbirlerine muhalif bu grupların kendi aralarındaki mücâdeleleri zaman zaman Abdülhamid’le olan mücâdelelerinden daha sert olmuştur. Tarih içindeki kökleri, bir “meclis-i meşveret” kurularak siyasî iktidarın paylaşıldığı bir sistem talep eden Yeni Osmanlılar hareketine kadar uzanmaktadır. 3

Jön Türkler ayrışıyor

Namık Kemâl’in 1888’de vefat etmesiyle birlikte, bir ismi de “Osmanlı Hürriyetperverleri” olan Jön Türkler arasındaki ihtilâf su yüzüne çıkmaya başlar. Nitekim, bundan bir yıl sonra (1889) Askerî Tıbbiyeliler arasında gizli bir grup hareketinin teşekkül etmeye başladığı tesbit edilir. Süreç içinde değişik isimler kullanan bu grup, nihayet 1902’de İttihat ve Terakki Cemiyeti şeklini alır. Gariptir ki, bu ismin ortaya çıkmasıyla birlikte, eski isimlerin hemen tamamına adeta sünger çekilir. Bundan sonra artık varsa-yoksa İttihat ve Terakki dillerde ve gündemde tutulur. Başlangıçta Mizancı Murad, Prens Sabahaddin gibi liberal ve hürriyetçi görüş sahiplerinin etkili olduğu bu cemiyet, özellikle Selânik kökenli dönmelerin merkezi yönetime sızmaya başlamasıyla birlikte bozulmaya yüz tutar. Bu cemiyette ayrışma ve bölünme, 1902’de Paris’te yapılan I. Jön Türk Kongresi’nden sonra iyice belirginleşir. Jön Türkler, İttihat-Terakki ile Ahrârlar olarak resmen ikiye ayrılır. Ahrâr grubun liderliğini Prens Sabahaddin ve Mizancı Murad Beyler, İttihatçıların liderliğini ise milliyetçi geçinen Rıza Bey yapmaya koyulur. Böylelikle, 1908’de su yüzüne çıkacak ve yıllar yılı rekabetkârâne devam edecek olan iki eksenli siyasî yapı, devlet ve millet hayatında kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlar. Bunlardan birincisi olan Ahrâr’ın en büyük dayanağı, iktidara gelmek için milletin hür iradesine dayanmak iken, İttihatçıların en büyük kozu ise, komitacılık mantığıyla devletin içine sızmak ve iktidar uğruna icabında güç kullanmaktan çekinmemektir. İşte, son yüz küsûr yıllık “Demokrasi ve darbeler tarihi”miz, bu iki temel anlayış ve iki eksen etrafında şekillenerek devam edegelmiştir. Bir üçüncü eksen olarak varlığını hissettiren ve günümüz tâbiriyle “Siyasal İslâm” anlayışı adına sergilenen hareketler ise, genelde hep darbelere, müdahalelere, kıyımlara bir gerekçe, bir malzeme mahiyetinde görülüp öyle de kullanılmaya çalışılmıştır. 4 

Jön Türkler içindeki iki grup

İttihad-Terakki Cemiyeti ve Jön Türklükle ilgili olarak günümüzde dahi hâlâ ciddî bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır. “Jön Türklük, II. Abdülhamid’in Kanun-u Esasi’yi yürürlükten kaldırmasından ve Meclis-i Mebusan’ı kapatmasından yaklaşık on yıl sonra Meşrûtiyet rejimini istirdat (geri getirmek) için yürütülen mücadeleye; Jön Türk tabiri de, bu harekete katılanlara verilen isimdir.” 5 İstanbul’da idarî ya da siyasî sistem hakkında hiçbir şekilde muhalefet etme imkânı ve zemini bulunmadığından Jön Türkler hep ülke dışına çıkarak, Kâhire, Paris ve Cenevre gibi yerlerde faâliyetlerini sürdürmüşlerdir. Liderliğini Ahmed Rıza, Mizancı Murad ve Prens Sabahaddin Bey gibi isimlerin yaptığı Jön Türk hareketi esas itibariyle halk üzerinde önemli bir etkisi olmayan havassa ait bir meslek, entelektüel ve seçkinci bir harekettir. 1902 yılından sonra da ikiye bölünerek Ahmed Rıza (İttihat ve Terakki Cemiyeti) ve Prens Sabahaddin (Adem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsî Cemiyeti) etrafında toplanan iki ana grup olarak faâliyetlerini sürdürmüşlerdir.

İttihatçılar daha sert bir istibdadı tatbik ettiler

İttihatçılar, meşrûtiyeti bir vasıta olarak gördükleri içindir ki, iktidara hâkim olduktan kısa bir müddet sonra, Sultan Abdülhamid’inkinden çok daha sert bir istibdadı rahatlıkla tatbik edebilmişlerdir. İttihatçıların hürriyet ve meşrûtiyeti “hikmet-i hükümet” anlayışı çerçevesinde bir vasıta olarak görmesine mukabil Said Nursî Münâzarât eserinde meşrûtiyeti hakikî mânâsıyla milletin hâkimiyeti olarak ele almaktadır. Bunu isim ve şekilden ibaret olan bir sistem değişikliği olarak görmemektedir. Bilâkis meşrûtiyeti, insan olmanın esası olan cüz-î ihtiyâriyi/hür irâdeyi serbest kılarak ona âdeta hayat veren ve insanın fıtratında mündemiç ulvî hisleri uyandırarak onu sair mahlûkattan farklı kılan bir sistem olarak değerlendirmektedir. Millet inşa eden bir devlet değil, devletin devamını milletin bekasında gören bir meşrûtiyet anlayışına sâhiptir. 6

Dipnotlar:

1- TDV İslâm Ansiklopedisi, 23. Cilt, M. Şükrü Hanioğlu, Sayfa: 584.

2- TDV İslâm Ansiklopedisi, 23. Cilt, M. Şükrü Hanioğlu, Sayfa: 586.

3- Şerif Mardin, Jön Türkler’in Siyasî Fikirleri, s. 74.

4- Ahirzaman Tarihi, Cilt-I, s. 223, 224.

5- İsmail Küçükkılınç, age, s. 172.

6- Bediüzzaman ve Sultan II. Abdülhamid, Orhan Dindar, s. 140.

Okunma Sayısı: 3105
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı