DHA’nın haberine göre Diyanet İşleri Başkanı Muhterem Prof. Dr. Ali Erbaş Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın açılışında konuşmuş. Bazı sözleri ve notlarımız şöyle:
“… görsel, yazılı ve sosyal medya organlarında, zaman zaman, bunu özellikle ifade etmeliyim ki, başkanlığımızla ilgili asılsız, iftira dolu, art niyetli olduğu aşikâr haberlere ve paylaşımlara da şahit oluyoruz. Bu milletin değerlerine yabancı çevrelerce üretilen yanlış bilgi ve mesnetsiz yorumlar üzerinden bir algı yönetimi ve itibar suikastı yapılmaya çalışıldığını da maalesef görüyoruz.”
Gerçekten, dini temsil görevini üstlenen Kurumu ve mensuplarını yıpratarak dinî duyguları zayıflatmak zındıka komitesinin en bilinen ve en anlaşılabilir taktiğidir.
Çare nedir?
Çare, suikastçılar neyi alet ediyorlarsa o kozu onların elinden almaktır.
Suikastçıların en çok Diyanet’in siyasallaşmış olması üzerinden eleştiri yaptıkları açık.
O halde Muhterem Başkana ve ekibi- ne düşen öncelikle camiyi siyasete alet etmemek ve ettirmemektir. Başkan Cumhurbaşkanları ile “istiğna ilişkisi” kurgulamalıdır. Bu kurgu bugün için de geçerli olabilmelidir.
Cuma saatinde camiye girip hutbe saatinde ve hutbe makamında verilen vaazı dinleyen bir kişi, hangi partiye mensup olursa olsun, içinden bir şüphe geçmemelidir. “Bu hoca ne demek istedi? Acaba benim reyimi yönlendirmeye mi çalışıyor?” diye düşünmemelidir.
Hutbe metnini hazırlayanlar, dinleyecek olanları böyle bir düşünceye sevk etmekten özellikle kaçınmalı ve Diyanet’in bu hassasiyetini zaman zaman açıkça vurgulamalıdır.
Zaten Başkanın şu sözleri de bu konuyu tamamlıyor: “Din görevlisi, görev mahallinde-camiye gelen ya da gelmeyen- herkesin hocasıdır. Dolayısıyla o, hiç kimseye karşı ön yargılı davranamaz, söz ve davranışlarında kırıcı ve yıkıcı olamaz.”
Bu dediklerimizin en kolay ölçüsü iktidarın el değiştirmesi halinde de Diyanet’in aynı tarzını devam ettirebilmesidir.
Üstelik bu prensip şimdi daha da önemli hale gelmiştir. Zira AKMHP’nin oyları hızla düşmektedir.
Diyanet ve Muhterem Başkanı “gelene ağam gidene paşam” demeyeceğine göre, “gelecek olana dirsek, gidecek olana temenna çakmayı” düşünmemeli ve bunu şimdiden deklare etmelidir ki kendi itibarını kendisi muhafaza edebilsin.
Şunları da söylemiş: “… milletimizin dinî ve sosyal hayatına, insanlığın huzur ve geleceğine hizmet eden teşkilâtımızın mesnetsiz ithamlarla yıpratılmaya çalışılması asla kabul edilebilir bir tutum değildir.”
Gerçekten bu tür mesnetsiz ithamların hangi bahaneler kullanılarak yapıldığını iyi araştırmak ve tedbirini almak gerekir.
Muhterem Başkan, bu araştırma için güvendiğiniz görevlileri halkın arasına karıştırıp sondaj yaptırınız. Çıkan ham sonuçları hususî ekibinizle masaya yatırınız. Sonuçları değerlendirip etüd ederek nihaî sonuçları TBMM ve Külliye ile paylaşınız.
Başkanın şunları da söylemiş olması önemli:
“Hocalarımız, kendisini itibarsızlaştıran ve din hizmetlerini aksatan üç büyük hatadan mutlaka uzak durmalıdır. Birincisi, söylem ve eylemlerinde tutarsızlık, ikincisi, temel dinî ilimlerde yetersizlik, üçüncüsü ise toplumsal sorunlara karşı duyarsızlıktır.”
Bu babda Muhterem Başkan’a şunu sormak isteriz?
Din görevlileri kendi mensuplarını da mağdur eden KHK zulmüne karşı duyarlılığı nasıl sağlayacak?
Din görevlileri cemaat yıkarak cami yapmanın bir anlamının olamayacağına inananlara ne diyecek?
Din görevlileri siyasî muhalifleri “normal” mi kabul edecek yoksa “aşırı günahkârlar” olarak kabul edip özellikle ıslahına mı çalışacak?
Bunu yaparken kendi fikirlerini onların yüzüne yüzüne vurabilecek mi?