Aynı başlıkla yazdığımız son yazıda yer alan iki cümlenin izahıdır.
Birinci cümle:
“… ‘üst düzey yargı bürokrasisi’nce icat edilen ‘cemaat eşittir terör örgütü’ hatalı formülü ile başlatılıp AİHM’in Yüksel Yalçınkaya kararına rağmen halen de sürdürülen sekiz senelik hukuksuzluklar …”
İzahı:
Açıkça ifade edilmemekle birlikte Yargıtay’ın ve kısmen Anayasa Mahkemesinin kararlarına ruh veren “cemaat eşittir terör örgütü” formülü hatalıdır.
Bir zamanlar hemen hemen herkesin “cemaat” olarak bildiği ve hatta devlet nezdinde “en makbul cemaat” haline getirilen bir yapıya yine bir zamanlar mensup olmayı, üstelik -o cemaatin içinden ya da tepesinden birilerinin de içinde yer aldığı- bir darbe teşebbüsünden sonra ve geçmişe dönerek suç sayıp, herhangi bir somut suç işlememiş masum kişileri terör örgütü üyeliği isnadıyla ve aslında cemaat mensubiyetini gösteren deliller yardımıyla cezalandırmak, dünyanın hiçbir yerindeki hiçbir hukuk sisteminin kabul edebileceği bir şey değil.
AİHM de Yüksel Yalçınkaya “emsal kararıyla” bunu söyledi. Ancak “cemaat eşittir terör örgütü” formülü ne kadar yanlışsa “o grubun içinde yer alan ve grup dinamikleriyle hareket eden herkes, gruba isnat edilen bütün suçlar yönünden tümüyle masumdur ve hiç biri hiçbir suç işlememiştir” demek de o kadar yanlıştır.
Darbe teşebbüsü planının ve icrasının içinde o gruptan birilerinin de bulunduğu ve hesap vermekten kaçtıkları anlaşılıyor.
Bu kişilerin; kimlerin talimatıyla ve kimlerle beraber hareket ettiği, oyuna getirilip getirilmedikleri, darbenin birilerince “başarısızlığa endekslenmiş bir darbe planı” olup olmadığı ve bu teşebbüsten sonuçta siyaseten ve ideolojik olarak kimin faydalandığı önemsiz.
Hüküm basit:
Darbecilik suçtur ve adına bir zamanlar “cemaat” denilen o grubun bir kanadı, bu türden suçları işlemeye yönelebilecek türden derin ilişkileriyle bilinir. Onları bilen bilir ve onlar suçludur.
Darbe suçu ve diğer somut suçları örgütlü biçimde işlemiş olan kişiler bu somut suçlarının cezasını ağırlaştırılmış olarak almalıdır.
Ama öbür hüküm de basit:
Suç ve ceza şahsidir ve istemeden “terörist” olunamaz. Oysa 15 Temmuzdan sonraki “…öcü” yargılamalarında maalesef böyle olmadı. Masumlar da perişan edildi.
O yapıya mensup olan bazı kişiler somut suçlar da işlemişlerdi ama yapı adına ya da hesabına işledikleri bu somut suçlar sebebiyle yargılanmadılar.
Çünkü hâkim siyaset, onların AKP’deki siyasi suç ortaklarına dokunulmasını istemedi. Bu suç dosyaları açılmadı ve hızla zamanaşımına uğruyor.
Daha garibi; sayılarını ve suçlarını bizim bilmediğimiz bu tür kişiler, salt cemaat mensubiyetini gösteren delillerle terörist sayıldılar. Yarın öbür gün İnşallah hukuka dönüldüğünde korkarız ki aramıza karışıp “bize zulmedildi” diyecekler. Üstelik o somut suçlarının cezasız kaldığını bile bile.
Biz bunları yıllardır yazıyoruz ki; masumların (ve sadece masumların) hakkını, hakikaten ve hak namına korumuş olabilelim.
İkinci cümle:
“Doğu Perinçek’in ‘bizim icadımız, iftihar ediyoruz’ dediği ‘FETÖ’ kısaltması ‘Fethullahçı Terör Örgütü’ anlamına geliyor. Yani birine ‘FETÖ’cü’ dendiğinde ona ‘cemaatçi’ ya da ‘Fethullahcı’ denmiş olmuyor. Doğrudan doğruya ‘terörist’ denmiş oluyor.”
İzahı:
Sadece biz değil, başta Ruşen Çakır olmak üzere çok sayıda duyarlı tarafsız gözlemci, böyle ağır bir damgayı sadece suçluların hak ettiğine, siyasi ya da ticari rakiplere ya da masumlara terörist damgası vurulmasının ahlaken yanlış olduğuna inandı ve bu sebeple bu sıfatı kullanmayı reddetti.
Şunu da yeniden yazalım:
“Bizim için mesele sadece dünya hakkı hukuku da değil. Bu fitne kardeşlik hukukunu ve dinî cemaat algısını bozdu. Sivil ve ihlas esaslı din hizmetlerini yıprattı.”
Aklı sönmemiş, vicdanı ölmemiş herkes gibi biz de işin bu tarafındayız.