Sabetaycı bir aile. İstanbul’un yerlisi. İstanbul’daki bir mezarlıktan aile mezarlığı için yer tahsisi alıyor. Ailenin fertlerinden biri bir hanım. Hikâyemizin eş baş kahramanı.
Ve bir de… Almanya’da yerleşik bir Alman ailesi. Fertlerinden biri Alman vatandaşı bir bey. O da bu hikâyenin ikinci eş baş kahramanı.
Bu hanım ve bey evleniyorlar. On üç senedir Türkiye’de yaşıyorlar. Sonra bey hastalanıyor. Tedavi kâr etmiyor.
Bey vefatı yaklaşınca İstanbul’daki Alman Mezarlığına değil eşinin aile mezarlığına gömülmeyi “arzu” ediyor.
Hanım bu talebi yerine getirmeye çalışıyor. Vefat öncesi defin hazırlıkları başlıyor. Hanım ve arkadaşları aile mezarlığının bulunduğu Büyükşehir Belediyesine bağlı Zincirlikuyu Mezarlığına gidiyorlar.
Görevliler acılı eşe şefkatle ve nezaketle yaklaşıyorlar ama Yönetmelik herkesi bağlıyor:
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi uhdesinde bulunan mezarlıklarda; Müslüman mezarlığına gayrimüslim, gayrimüslim mezarlığına da Müslüman defnedilemez.”
Görevlilerin “Eşiniz Müslüman mı? Şehadet getirdi mi? Getirecek mi?” sorularına hanım cevap veriyor: “Eşim Hıristiyan ailede doğmuş ama şimdi kendisi ateist. Beni ve ailemi seviyor ve bu sebeple de kültürel bir aidiyet nedeniyle buraya gömülmek istiyor.”
Görevliler “bu böyle olmaz” diyorlar. Ama hanım eşinin son günlerinde ona zorla ya da kerhen şehadet getirtme gibi bir zorlamaya girmiyor ve hep birlikte vefattan sonrası için bir “ara formül” buluyorlar: “Kişi vefat ettikten sonra iki şahitle onun geçmişte Müslüman olduğu ilan edilebilir. Eşi ve iki şahit gelir ve ‘Müslüman olmuştu’ diye şahadetname imzalarsa defni yaparız”.
Beyin vefatından sonra vasiyetini yerine getirebilmek için hanım ve iki arkadaşı, beyin Müslüman olduğunu, ölmeden önce Kelime-i Şahadet getirdiğini, kendilerinin de buna şahit olduklarını yazıp söylüyorlar.
Bu arada imam “Müslümansa neden adını değiştirmedi, ne zaman oldu, neden Müslüman oldu” gibi uyanıkça sorular soruyor ama onlar da “birtakım cevaplar uydurmak zorunda” kalarak da olsa işi çözüyorlar.
Ve böylece; Hıristiyan olduğu düşünülen ateist eş, cenazesi camiden kaldırılarak dualarla ve bir “Müslüman olarak” gömülüyor.
Hanım bu meseleyi şöyle açıklıyor:
“Benim de kökenim Sabetaycı Yahudi ve ailemden çok fazla kişi, ayrıca tanıdığım birçok ateist Zincirlikuyu’ya defnedildi. Bizim yaşadığımız bu durum ne kadar geriye gittiğimizin göstergesi.”
Geri ve ileri, ön ve arka, üst ve alt, sağ ve sol meselesini kim ne zaman nasıl düşünecek bu ayrı konu.
Bu hikâyeden çok soru ve çok ders çıkar:
Kültürel olarak Müslüman mezarlığına gömülmeyi isteyen yani ölümünden sonrasını düşünen ve az da olsa bu konuya önem veren bir kişi gerçek bir ateist midir?
Değilse o kişi hakkında eski eşi neden “eşim ateistti” der?
Dünyanın ve insanlığın bugün geldiği seviyede mezarlık tercihi meselesinde doğru nedir? Tek doğru mu yoksa herkesin kendi doğrusu mu vardır?
Herkesten kasıt nedir? Her kültür mü? Her din mi? Her coğrafya mı? Her belediye mi? Her devlet mi?
Kişilerin “dilediği yere gömülme hakkı” ya da “mezarlık komşusunu seçme hürriyeti” var mıdır?
Daha ilginci de şu:
Bu hikâyenin duyulmasından sonra ne yapılabilir? Mesela bu kabir açılıp naaşın başka yere nakli istenebilir mi? Nereye? Kim tarafından? Hangi yetkiyle?
Hanım ve iki arkadaşı, yazılı-imzalı “yalan beyan”dan dolayı suçlu mudur? Günahkâr mıdır?
“Eskiden ne güzelmiş, herkes kategorisini bilirmiş” demek meseleyi çözmüyor. Yeni çağda çözüm nedir?
Siz yazın, biz yayınlayalım.