Devletin çivilerinin bilinçli olarak birer ikişer söküldüğünü yazıp söylemeye başlayalı çok oldu.
Ama haklılığımız yeni yeni anlaşılır hale geldi. (Keşke haksız çıksaydık. O ayrı mesele).
Bu kere Damat Berat Albayrak üzerinden millete yeni bir istifa krizi yaşatıldı.
Bizce bu ve benzeri krizlerin gerçek sebebi iktidar sahiplerinin devlet ve iktidar kavramına bakış açısındaki yanlışlıklar.
Bir örneğini konu hakkında dolaylı açıklama yapan AKP sözcüsü Ömer Çelik verdi.
Konuyla ilgili soruya cevabı aynen şöyleydi:
“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde göreve getirme, görevden alma, istifayı kabul edip etmeme Cumhurbaşkanlığı makamının takdirindedir. Dolayısıyla bu konuyla ilgili benim bir açıklama yapmam söz konusu değil. Sayın Cumhurbaşkanımız kendi takdirini uygun gördüğü şekilde kamuoyuyla paylaşacaktır.”
Açıklamadaki “göreve getirme ve görevden alma” işinde takdir yetkisi hususunu anladık da “istifayı kabul edip etmeme” hakkı meselesini anlayamadık. “Acaba dili mi sürçtü” diye düşündük. Videosunu izledik. Şaşkınlığımız bin kat arttı. Zira bizim gibi şaşıran bir gazetecinin doğrudan bu konudaki sorusu üzerine aynı cümleyi tekrar ediyor: “İstifayı kabul edip etmeme Cumhurbaşkanlığı makamının takdirindedir.”
Nasıl yani? Cumhurbaşkanı bir bakanına “istifanı kabul etmiyorum, otur görevini yap” diyecek ve emir demiri kesecek öyle mi?
Peki ya muhatabı “hayır yapmıyorum” diyerek istifada ısrar edecek ve meselâ göreve gelmeyecek olursa ne olacak? Suç mu işlemiş sayılacak? Hangi suç? Vatana ihanet mi? (Ne de olsa “başkan eşittir vatan”!). Cezası ne olacak?
Böyle olursa Devlet örgütünün terör ya da mafya örgütünden ne farkı kalır? Siyasî ve bürokratik makamlar “dâvâdan ve yemininden döneni vurun” denilecek makamlar mıdır? Orada oturanlar kuklalar mıdır? (Bu sorular aslında parti sözcülüğü “makam”ı için de geçerlidir. Meselâ Sayın Çelik kendisi için cevaplasa yeter.).
Bu krizin biraz farklısı beş sene önce Hakan Fidan’ın Erdoğan’a çaktırmadan milletvekili olup uzaklaşma arzusu üzerine ve bir benzeri de Süleyman Soylu’nun Nisanın ortasında başarısız istifa girişimi üzerine yaşanmıştı.
Biz de 16 Nisan 2020 tarihli “Azil ve istifa ve cebir ve irade” başlıklı yazımızda demokrasilerde istifanın tek yanlı bir işlem olduğunu teknik izahlarıyla birlikte ayrıntılı olarak yazmış ve yazımızı bazı sorularla bitirmiştik:
“Meşrûtiyet dönemi de denilen Anayasalı dönemde, nazırların da sadrazamların da şeyhülislâmların da istifa ettiklerini (ya da edebildiklerini) biliyoruz. Ama öncesinde, yani padişahın tartışmasız tek otorite olduğu ‘mutlâkiyet’ dönemi denilen dönemde acaba saray bürokratları tek yanlı irade ile görevden el çekebiliyorlar mıydı? İradeleri bir hüküm ifade ediyor muydu?”
Yazımızın linki:
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/azil-ve-istifa-ve-cebir-ve-irade_517302
Meğer bu sorularımız ne kadar da anlamlıymış!
Ama Berat Albayrak krizindeki son “resmi” açıklama tabiri caizse işin dibini buldu.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın açıklaması aynen şöyle:
“… Berat Albayrak, sosyal medya hesaplarından birinde sağlık nedeniyle görevden affını isteyen bir açıklama yayınlamıştır. Cumhurbaşkanımız tarafından yapılan değerlendirme sonunda, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın görevden af talebi kabul edilmiştir.”
Dikkat. İki cümle arasında bir başka cümle yok. Yani “görüştüler-görüşemediler, seviştiler- kızıştılar, şuydu-buydu” yok. İnternetten istifa, intranetten kabul!
Bizce sonuç:
Eski bir kavram, “görevden af talebi”.
Ve yeni bir karşılık: “af talebinin kabulü”.
Yani “affedildiniz!” Ama bu seferlik…