"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Azil ve istifa ve cebir ve irade

Ahmet BATTAL
16 Nisan 2020, Perşembe
Geçen hafta sonu sokağa çıkma yasağı üzerine uç veren mini kriz sonrası yaşanan istifa ve geri alma/aldırma tartışmaları hakkında çok şey yazılıp söylenebilir.

(Biz dün sadece şunu yazmıştık: Önemli olan demokratik sistemin kendi içinde doğru şekilde kurulmasıdır. Meselâ tek yanlı resmî bir işlem olan istifanın hangi saatte, nerede ve kime bildirileceği ve bunun millete nasıl duyurulacağı “devlet olmak” ve “devlet kalmak” açısından da önemlidir.)

Devam edelim.

İstifa ve azil tek yanlı bir irade beyanıdır. İstifa veya azleden karşı taraftan kabul beklemez. Sadece ansızın istifanın ya da azlin sonuçlarına katlanır.

Meselâ avukat ile müvekkili arasındaki vekâlet ilişkisi iki tarafça da tek yanlı sona erdirilebilir. Güven biterse vekâlet biter. Avukat istifa eder, müvekkil azleder.

Benzeri işçi işveren ilişkisinde de geçerlidir. İşçi istifa eder, işveren azleder. İkisine de hizmet akdini feshetmek denir. Ki o da zaten tek yanlı işlemdir.

Devlette görev eşitler arası değildir. Ama sonuç değişmez.

Her bürokratik görev, teklif ve kabul ile kurulan bir tür sözleşme ile başlar, ama istifa tek yanlı bir karardır. “Ben devlet hizmetinden ayrılıyorum” diyen bir memura/bürokrata “lâzımsın, rica ediyoruz kal” diyebilirsiniz, ama görevinde zorla tutamazsınız.

Siyasî memuriyet olan bakanlık işinde ise hem istifa hem azil mümkündür ve ikisi de tek yanlıdır.

Hiyerarşik bağlılar, eski üstlerine istifa kararını bildirirlerken nezaket gereği “görevden affını” ister. Ama bu nezaket “normal” şartlarda, “benim iradem, benim kararım” kuralını değiştirmez.

Zira (modern devlet dahil) hiç kimse, başkasının emeğinden zorla faydalanamaz, iradesine ipotek koyamaz. “Beraber çalışmaya devam edelim” diye ısrar edebilir, ama onu buna cebredemez.

Şimdi bir bilgi aktaralım. AKP’nin eski güçlü adamlarından Ömer Dinçer’in eski bir hatırasını anlattığı bir videosunu izledik. Erdoğan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı iken iki danışmanından biri Dinçer imiş. Bir gün diğer danışman bir konuda Erdoğan ile tartışmış, ters düşmüş, çıkmış ve istifa dilekçesi yazıp getirmiş. Erdoğan dilekçeyi okuyunca “bu da ne demek, seni ben getirdim, ben görevden alırım, çık dışarı” demiş ve görevine devam ettirmiş.

Dinçer’in bu hatırayı anlatmasının sebebi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa ve dönüş süreci hakkında kanaat sahibi olmamızı sağlamak.

Bu bilgiler ve hatıra bize şu soruyu sordurdu: Osmanlı devlet geleneğinde bakanlar (nazırlar) padişahtan istifalarını isteyebiliyorlar mıydı? Yani “ben seninle çalışamıyorum” ya da “ben artık çalışmayacağım” deme hakları var mıydı?

Meşrûtiyet dönemi de denilen Anayasalı dönemde, nazırların da sadrazamların da şeyhülislâmların da istifa ettiklerini (ya da edebildiklerini) biliyoruz.

Ama öncesinde, yani padişahın tartışmasız tek otorite olduğu “mutlâkiyet” dönemi denilen dönemde acaba saray bürokratları tek yanlı irade ile görevden el çekebiliyorlar mıydı? İradeleri bir hüküm ifade ediyor muydu?

Doğrusu ilginç bir konu ve her halde bugün devlette geçerli olan fiilî duruma da bazı dersleri var.

Cevabını Osmanlı tarihi uzmanlarından bekliyoruz. Öğrenmek güzel olacak.

Okunma Sayısı: 2672
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı