Peşin cevap: Hayır, olmaz!
Neden? Çünkü devlet üniversitesi de vakıf üniversitesi de birer kamu kurumudur ve kamu kurumları vakıf kuramaz.
Yani kamu kurumlarının vakfı olamaz.
Kamu kurumlarının derneği de olamaz.
Peki, asıl soru şu:
Kamu kurumlarının kooperatifi olur mu?
Bu sorunun cevabı için önce geçmişte vakıf ve dernekler üzerinden olanlara bakalım.
Üniversitelerin ve diğer kamu kurumlarının o açıkgöz, gayretli, işini bilen yöneticileri var ya… İşte onlar, yakın zamana kadar;
—Çalıştıkları kamu kurumunun adını kullanarak bir vakıf ya da dernek kuruyordu.
—Kamu kurumunun ismini kullanıyor ve kamu hizmeti verdikleri kitlelerden haraç topluyordu.
—Amirlik yetkisini kullanarak memurlarına emrediyor ve haraç suçuna onları da alet ediyordu.
—Para vermeyenleri de kamu hizmetinden faydalandırmamakla tehdit ediyordu.
—Bilmeyenler, devlete vergi verdiğini zannederek haracı veriyordu.
Böylece birilerinin yönettiği vakıf ya da derneklerin banka hesapları “bilmeden zoraki bağış” ya da “istemeye istemeye zoraki bağış” gelirleriyle dolup taşıyordu.
Onlar da bu paralarla, yönettikleri kamu kurumlarının hizmetlerini takviye ediyorlardı.
Peki, bu “açıkgöz”lerden bazıları aynı zamanda “aç gözlü” olabilir mi?
Bizler bilemeyiz. Değildirler de diyemeyiz. Zaten dışarıdan birilerinin bunu bilmesi mümkün de değil.
Zira bir vakfın ya da bir derneğin gelirini nereye harcayacağına, devlet karar vermez; kurucuları, genel kurulu ve yönetimi karar verir.
Bu arada bir not: Merhum Özal “benim memurum işini bilir” derken “Rüşvet alır, geçinir” demek istemiyordu her halde.
Dediği şuydu: “Ben okul için bütçeye yeteri kadar para koyamasam da okul müdürleri kurar bir dernek-vakıf, toplar velilerden bağışı, yapar kamu hizmetini”.
Ya denetim? Merhum, bu sorunun cevabını veremeden vefat etti. Denetim işinin çivisi de galiba ondan sonra tamamen çıktı.
Ardından, kamu kurumlarının adının, personelinin ve imkânlarının bu şekilde suistimal edilmesini önlemek üzere 22.01.2004 tarihinde 5072 sayılı kanunla şu kurallar konuldu:
Dernek ve vakıflar;
—Kamu kurum ve kuruluşlarının ismini, binasını, aracını, personelini kullanamaz,
—Kamu kurum ve kuruluşlarının sundukları hizmetlerle ilgili olarak ücret, bağış, katkı payı ve benzeri adlar altında herhangi bir karşılık alamaz,
—Kamu kurum ve kuruluşlarının ihalelerine bizzat veya şirketi üzerinden katılamaz.
Aksi halde hapis cezası var.
Buraya kadar tamam, ama yasak kanununda yeni delikler bulanlar var. Meselâ bu kanunda kamu kurumunun adıyla kooperatif kurmak açıkça yasaklanmadı, ya unutuldu ya da gerek görülmedi.
Ama birileri bu boşluğu gördü ve kanunu delmek için kullanmaya başladı. Halen bazı kamu üniversitelerinde ve diğer kamu kurumlarında, vatandaştan, bilhassa devlet üniversitelerinde öğrencilerden kooperatif kılıfıyla haraç alınıyor. Suç bu.
Ama savcılar nedense delil bulamıyor. Nedense savcıların kapısını aşındıran öğrenciler her seferinde eli boş dönüyor.
Kanunu dolanmak amacıyla bazı kamu üniversitelerinin yöneticilerince üniversitenin adını kullanan kooperatifler kurulmuş. Bu kooperatife, üniversite çalışanlarınca, güya çeşitli hizmetlerin bedeli olarak, zorla, para toplanıyor. Meselâ, “Üniversitemizin spor tesislerinden yararlanmak isterseniz öğrenci olmanız yetmez, ücretini ödeyin” diyorlar, haraç kesiyorlar.
Bu da suç elbette.
Buradan Cumhuriyet Savcılarını, Yükseköğretim Kurulu Denetim Kurulunu ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığını göreve çağırıyorum. Birilerinin şikâyet etmesini beklemesinler. Devleti de devletin kurumlarını da kurda-kuşa, çakala-tilkiye yem etmesinler. Beş öğrenciyle konuşsalar her şeyi anlarlar.
Bu meseleyi onlar çözemiyorlarsa bilelim de TBMM’yi tekrar göreve dâvet edelim. Ama bilsinler ki; bu sefer, Meclisten sadece kanun istemeyeceğiz, önce “denetimden sorumlu olanlar kendi sorumsuzlukların hesabını versinler” diyeceğiz.
Hak’tan korkmuyorlarsa, korksunlar halktan.