"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dermansız dert, yahut Üniversite Giriş Sistemi

Ahmet DURSUN
27 Ekim 2017, Cuma 00:05
Türkiye’nin kadim problemlerinden biri hiç şüphesiz eğitimdir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tevarüs eden ciddî bir problemdir bu. Aslında son derece basit düşünerek, Türkiye’nin dinî, tarihî, millî ve kültürel kodlarına bakılarak kendi iç dinamikleriyle çözülebilecek bu mesele, ideolojik yaklaşımlara ve siyasal kutsallara kurban edilegelmiştir. Sonuçta da kurban olan ülkenin geleceği ve masum nesilleri olmuştur.

Zihniyet meselesini, öğretmen ve müfredat problemini bir kenara bırakırsak hali hazırdaki eğitim sistemimizin öne çıkan en büyük problemi, sistemsizliği sistem haline getirmesidir. Anlamsızca ve gereksizce sık sık değiştirilen ve ahlâksız bir piyasacılığın rantına kurban edilen sistem, sistemsizliğin ve ihanetin en bariz göstergesi olarak kaydedilmelidir. Buradan hareketle çok sık yapılan değişikliklerin kasten, bozmak ve var olanı yıkmaz üzerine kurgulandığını düşünmekteyim. Yapılan değişiklikler milyonlarca öğrencinin şuursuz, ruhsuz, düşünemeyen, eleştiremeyen, medeniyet bilincinden uzak, itaatkâr yığınlar yetiştirilmek istendiği mesajını vermektedir. Bu durumda okullar bu yığınların gün boyu muhafaza edildiği kuru binalar, öğretmenler de buraların bekçileri olmaktadır. Sistem, “ben ülkeyi yönetecek beyin takımını bir şekilde seçiyorum, varın siz de biraz oyalanın” demektedir. Belki bir asra yayılması gereken köklü değişikliklerin sabahtan akşama, akşamdan sabaha yapılması başka ne anlama gelir, bilemiyorum. 

Esasen gelişen, değişen şartlara göre eğitim sistemini yenilemek zorunludur. Hızla değişen ve başkalaşan bir dünyada bu kaçınılmaz bir mecburiyettir. Bu değişimler eğitimin hedeflerine uygun, terakki ettirici ve paydaşların lehine olmalıdır. Ne var ki bizdeki değişikliklerin hiçbiri “daha iyi olacak, daha çağdaş bir sistem getiriyoruz” şeklindeki söylemlerden öteye gidememiş, hiçbir değişiklik bir öncekini aşamamış; hatta mevcut durumu koruyamayarak daha kötü hale getirmiştir. Bu durum her değişiklik sonrası,  sözümona kısa bir süre sonra fark edilmiş, bir önceki sistem kötülenmiş, yeniden ‘çağdaş!’ bir değişikliğe gidilerek sistem bir kısır döngüye, içinden çıkılamaz bir hale dönüştürülmüştür. Son yıllarda sınav sistemleriyle ilgili yapılan değişiklikler de ne yazık ki böyledir. Yapılan her yeni değişiklik eskiyi aratacak tarzda olmuştur. Eskinin yerine daha iyisi konulamamış, çıkmaz sokaklarda ümitsiz yürüyüşler kader haline getirilmiştir.  

TEOG gitti, kavga bitmedi

Müfredat değişikliğiyle başlayan yeni eğitim yılıyla ilgili tartışmalar orta öğretim kurumlarının her kademesinde gerçekleşen travmatik değişikliklerle yeni bir boyuta taşındı. Bir yıl öncesinden zihnen ve bedenen kendilerini TEOG’a hazırlayan, zaten ergenliğe geçişin sancılarını yaşayan milyonlarca öğrenci bir gece ansızın evlerine gelen haberle sarsıldılar. Liselere girişte temel baz olarak alınan TEOG kaldırıldı. Her ne kadar “çağdaş, mükemmel, harika, sınav stresi ortadan kalktı…” gibi ambalajlarla süslenip milyonlara servis edilse de bu ani değişiklik minik yüreklerde ve beyinlerde travmaya, büyüklerde de büyük bir öfkeye sebep oldu. Kasım ayında yapılacağı aylar önceden bilinen sınavın kaldırılması her açıdan belirsizlikleri ve kargaşayı beraberinde getirdi. Öğrencilerin ve öğretmenlerin motivasyon kayıpları, psikolojik yıkımları ve moral bozuklukları bir yana, yeni sistemin de henüz açıkça ilân edilmemesi gelecek kaygılarını arttırarak küçücük yaşların psikolojik rahatsızlıklarla tanışmasına sebep oldu. 

Esasen LGS, OKS, SBS gibi farklı isimlerle bugüne kadar uygulanan, ancak her biri bir önceki sistemi mumla arattıran liselere giriş sınav sistemleri içinde TEOG, en zorlu ve sinir bozucu yapboz oyununun belki de öğrenci ve veli açısından en adil, eşitlikçi ve en stressiz sınav sistemi gibiydi.  Öğrenciler ortaokul başarı puanlarıyla birlikte, kendi okullarında sadece o dönemin müfredatına ait merkezi yapılan bir ortak sınavla liseye giriş puanını elde ediyordu.  Ortaokullar arasında tatlı bir rekabet de başlamış, öğretmenler bu sisteme adapte olarak motivasyonlarını oluşturmuşlardı. Ansızın, kimsenin beklemediği anda bu sistem kaldırılıverdi. Ne olacağını açıkçası kimse bilmiyor, Millî Eğitim Bakanı bile. Adrese dayalı yerleştirme sisteminden söz ediliyor. Bu haber bile binlerce okul müdürünün uykusunu kaçırmış durumda. Başarılı öğrencilere kendi okullarına kaparak bir gelecek planlaması yapan okullar, okulların önceden olduğu gibi, puan şartının pek aranmadığı genel liselere dönüştürülmesinin korkusunu yaşıyorlar. Hakkında ipuçları verilen yeni sistem açıkça diyor ki, “ben seçkinlerimi yüzde 4’lük-5’lik kısımdan alacağım, diğerleri başının çaresine baksın!” Korkular büyüyor, sistem, acımasız çarklarıyla minik yürekleri şimdiden öğütüyor. Nereye kadar gider? Korkuların ve tepkilerin çığ gibi büyüdüğü, eskinin mumla aranacağının aşikâr olduğu bir ortamda şimdiden gelecek birkaç yıl içinde yeni sistemin de değiştirileceğini söylemek bir kehanet olmasa gerek. 

YGS’den TYT’ye hızlı geçiş… 

Ya üniversiteye giriş sistemi! Liselere giriş sınavının değiştirilmesi üniversiteye giriş için hazırlanan milyonları rahatsız etti. Türkiye’nin koskoca ÖSYM başkanı yaptığı açıklamayla tedirgin bir şekilde bekleyen lise öğrencilerinin önce yüreğine su serpti. Açıklamaya göre YGS’de bir değişiklik olmayacaktı. Aradan on beş gün geçmeden yapılan bir değişiklikle YGS de kaldırıldı ve ilgili başkan geçtiğimiz günlerde ekranların karşısına geçerek daha iyi olduğunu iddia ettiği yeni sistemi açıkladı. Öğrencilerin korktuğu başına gelmiş, kâbus kapılarını çalmıştı. YGS gitti TYT geldi; “bir ahlâk sorunumuz da” var diye bağıra bağıra… 

Öncelikle belirtmek gerekir ki, hem liseye hem de üniversiteye giriş sınavıyla ilgili değişikliğe getirilecek en büyük eleştiri, değişikliğin zamanlamasıdır. Ani, zamansız yapılan değişiklikler sarsıcıdır, telâfisi zor problemleri doğurma riski büyüktür. Büyük kitleleri ilgilendiren sınav sistemi ile ilgili değişikliklerin öğrenci ve veli beklentileri, öğretmen ve uzman görüşleri alındıktan, tartışıldıktan ve mevcut sistemin bütün arızaları ya da olumlu yanları her yönüyle masaya yatırıldıktan sonra yapılması gerekirdi. Yapılacak değişikliğin en azından bir iki yıl önce duyurulması gerekirdi ki, böyle bir şey olmadı. 

Üniversiteye giriş sisteminin değiştiriliş biçimi, ilân edilen sistem üzerinde alelacele yapılan değişiklikler bütün garabeti özetliyor aslında. Elbette ki ilan edilen sistemin de iyi tarafları var; TYT puanının iki yıl geçerli olması gibi… Ancak ‘kul hakkı’nı, “emek hırsızlığı”nı da ihtiva eden fiilî bir durum var ortada.  

Milyonlarca öğrenci geçen yılın sonundan itibaren ÖSYM’nin ilân ettiği sınav takvimine göre pozisyon aldılar ve sınav hazırlıklarına başladılar. Meselâ bir dil öğrencini düşünelim. Bu öğrenciler için her öğrenci gibi Mart ayında YGS’ye, Haziran’da LYS’ye gireceklerdi. Ortalama bir başarıya sahip bir yabancı dil öğrencisi 80 soruluk yabancı dil sınavında ortalama 70 netin üzerine çıkmakta. YGS bu öğrencilerin başarı sırasını belirlemede önemli bir yer tutuyor. Aralarındaki yarışta (maalesef!) Türkçe, matematik  ya da tarih ve coğrafya gibi sosyal bilimler sorularını fazla çözenler öne geçiyor. Bu öğrenciler bu yazlarını tamamen YGS çalışarak geçirdiler, sosyal bilimlere ait konu tekrarı yaptılar, testler çözdüler, kitaplar bitirdiler. Açıklanan yeni sistem bu öğrencilere yaz dönemindeki çalışmaları çöpe atmalarını söylüyor. Zira yeni sistemde bu öğrenciler tarih, coğrafya ya da  felsefe grubuna ait dersleri çözemeyecekler. (Sayısal öğrencileri de aynı durumda) Görüştüğüm öğrenciler açık bir şekilde haksızlığa uğradıklarını ifade ediyorlar ve üç aylarının gasbedildiğini, paralarının ve zamanlarının çalındığını düşünüyorlar. Bu öğrenciler TYT’nin sabah oturumunda sadece Türkçe ve Matematik çözecekler. Bir çok yabancı dil öğrencisi şunu söylüyor: “Matematik çözebilseydik, yabancı dil bölümlerini zaten tercih etmez, biz de sayısal, eşit ağırlık çalışır, farklı bölümleri hedeflerdik.” 

Aynı durum diğer alanlardaki öğrenciler için de geçerli.  2017 YGS’de ÖSYM verilerine göre 40 soru üzerinden Türkçe ortalaması 17,2; matematik ortalaması ise sadece 5,1. Hiç de içler açıcı olmayan bu verilerden sonra yeni sınavda Türkçe ve Matematiğin temel belirleyici olmasını savunmak pek de doğru bir yaklaşım olmasa  gerek. Matematiği öğretemediğiniz bir sistemde matematiğin belirleyici olması fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor. Bu durumda matematiği biraz daha iyi olan sayısal ve eşit ağırlık öğrencileri öne geçecek, tarih, coğrafya ve felsefe gibi derslerle açığı kapatan Sosyal Bilimler öğrencileri geride kalacak. Yine ikinci oturumda soru sayılarının azaltılması bir avantaj değil dezavantaj olarak değerlendirilmelidir. Meselâ 90 soruluk Fen Bilimleri sınavının 40 soruya düşürülmesi riski arttırmaktadır. Bir yanlış soru sıralamayı ciddî bir şekilde etkileyebilecektir. 

Eşit ağırlık için ilk açıklamaya göre tarih dersinin kaldırılmış olması büyük bir garabetti ve sistemin çok acele bir şekilde hazırlandığını gözümüze sokuyordu. Bu zaten bilinen bir durum.  Bu durum sonradan düzeltildi. ÖSYM takvimine göre YGS ve LYS tarihleri ve sınav müfredatı çoktan ilan edilmişken yapılan bu ani değişiklikte gözden kaçan, öğrencilerin aleyhine olacak ve haksızlık olarak yorumlanabilecek bir çok durumun ortaya çıkabileceğini kabullenmek gerekir. 

Meselâ şimdiki sistemde güya sınavın tek haftada bitmesi-aslında bir günde- büyük bir yenilik olarak lanse ediliyor. Buna göre yabancı dil oturumunu bir kenara bırakırsak TYT iki oturumda ve Cumartesi günü gerçekleştirilecek. Birinci oturum sadece Türkçe ve Matematik sorularından oluşacak. Bu sınava bütün öğrenciler girecek. (YGS’nin yerine konulan sınav) Öğleden sonra da kendi alanlarıyla ilgili ikinci oturum yapılacak. Birinci oturumdan 180 barajını aşamayan öğrenci, 4 yıllık lisans tercihi yapamayacak, ama bu öğrenci öğleden sonraki sınavın hem parasını ödemiş hem de boşu boşuna sınavına girmiş olacak. Bu hak açısından bir sıkıntı oluşturmaz diyorsanız, mesele yok; ama “hem benim paramı aldın, hem de beni tercihte bulunamayacağım bir sınava soktun” diyen öğrenci olursa, yeni hak mağduriyetleri ortaya çıkacak ve hukukî tartışmalar doğacak demektir. 

Ayrıca iki sınav arası sadece iki saatlik bir ara verilecek. ÖSYM başkanı psikologlara danışıldığını söylüyor. O psikologlar nasıl bir psikoloji eğitimi almışsa… Önceki sistemde YGS’si kötü geçen bir öğrenci kendini toparlama, yeniden motivasyonunu kazanma şansını elde ediyordu. Şimdi Cumartesi sabah sınavının kötü geçtiğini düşünen bir öğrenci, iki saat sonraki, geleceğini belirleyecek olan o sınava hangi motivasyonla ve duyguyla girecek? ÖSYM’ye akıl veren psikologlara sormak gerekir tabiî. Her yıl, sınav öncesinde ve sonrasında ağlaşan binlerce öğrencimiz haber konusu oluyor. Milyonlarca gence çelikten, demirden, duygusuz robot muamelesi yapmak bize mi has acaba?    

Netice itibariyle sistem kendi evlâtlarını yemeye devam ediyor. Eğitim meselesini millî bir mesele haline olarak ele almak, bunu bir var oluş meselesi olarak görmek gerekiyor. Siyasî ve ideolojik yaklaşımlardan sıyrılarak, aynı topraklarda bir gelecek kurmak ve birlikte yaşamak isteyen fertler olarak bir araya gelmeyi ve konuşabilmeyi başarmalı, kendi iç dinamiklerimize uygun bir sistemi hayata geçirebilmeliyiz ki hayatın her alanında karşılaştığımız kahredici manzaralardan, cehalet denilen yüz karasından bir an önce kurtulabilelim. 

Okunma Sayısı: 3601
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı