Muhteşem bir geçmişin emanetine konmuş, nice zorluklarla elde edilen kazanımları hoyratça tüketen bir neslin parçası olmaktan şikâyetçiyim.
Geçmişteki bu kazanımlara yenilerini eklemeden övünmek, tembelliğimize ve sorumsuz davranışımıza sadece gölge ve boşa avunma teşkil etmektedir.
Hayat dinamik bir yapıdır. Bu yapı gelişerek değişimle devam eder. Gelişime paralel değişim gerçekleşmedikçe, sistem devam edemez. Bunun içindir ki; “iki günü eşit olan aldanmıştır” tesbiti çok önemli bir mesaj ifade etmektedir.
Hayat; geçmişin hatıra ve özlemi üzerinde inşa edilemez. Bediüzzaman Said Nursî, “Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal” diyerek, çıkış yolunu göstermektedir. Unutulmamalıdır ki; “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla savaşılmalı” ifadesi, günümüzdeki kısır döngüden çıkış yolunu gösterir. Bugün en çok ihtiyaç duyulan şey; ayrıştırmadan toplumsal barışı sağlamak, yardımlaşmak, toplum çıkarlarını şahsî çıkarların önüne koymaktır.
Temel meselelerden birisi de; toplum kalite katsayısını yükseltmektir. Nitelikli toplum, nitelikli fertlerden oluşur. Donanımlı olan kişi; hür düşünür, sorgular, hakkını arar, karar verme sürecine katılır, problem çözmede sorumluluk alır, aklını başkasının cebine koymaz. Analitik ve diyalektik düşünür. Tez ve antitezi karşılaştırarak senteze varır.
İlk öğrenilmesi gereken; öğrenmeyi öğrenmektir. Öğrenmenin, davranış terbiyesi için bir araç olduğu unutulmamalıdır. Maalesef çoğu zaman araçla amaç birbirine karıştırılmaktadır. Meselâ okur-yazar olmak, okumak yazmak için bir araçtır. Ne yazık ki her okuryazar, okuyan yazan olmamaktadır. Zaman yönetim becerimiz, çalışma disiplinimiz, anlamlı yaşama bilgimiz, mesut ve huzurlu yaşama anlayışımız yeterli düzeyde bulunmamaktadır. Bu durum, tek düze yaşamayı ve verimsizliği netice vermektedir.
Kör noktalardan birisi; söylemle sorunun çözüldüğünü kabullenmektir. Kısır tartışmalardan bir türlü esas meseleye temas edilememektedir. Misal; bayramda kutlama olmuş olmamıştan öte; mesele millet egemenliğinin ne kadar temsil edilebildiğidir. ‘And’da tekrar edilen doğru, çalışkan, sevgi ve saygılı olma iddiası ne kadar gerçekleştirildiği tartışılmalıdır. İçi doldurulmayan söylemler sadece sözde kalmaktadır.
Sözü ideolojik körlüğe getirecek olursam; ne çok Müslüman, ne çok milliyetçi, ne çok başka görüşlere sahip olanlar var. Bu kadar çok inanmışlığın olduğu bir ülkede; medenilik, gelişmişlik, kalkınmışlık, toplumsal barış, güven, huzur, uluslar arası arenadaki itibar ve güç böyle mi olmalıydı? ‘Çok iyi’ diyorsanız, diyecek sözüm yok. ‘İyi değil’ diyorsanız; söylemden eyleme geçmeyen ideolojik körlük çürütür diyorum.
(Dâvâ adamı merhum Mehmet Kutlular Ağabey’e Allah’tan rahmet dileklerimle.)