Bediüzzaman, Sungur Ağabey’e diyor: “Menderes seni maarif nazırı yapsa. Mekteplerde Nurları okutacaksın dese, fakat arada sırada bazı meselelerde bizim dediğimiz gibi olacak dese, sen de kabul etsen... Nurdaki ihlâs bunu reddeder.” (www.cevaplar.com)
Bediüzzaman hürriyetçileri, demokratları desteklemekte ve Menderes’i de o dehşetli zamanda yaptığı icraatları için “İslâm kahramanı” olarak vasıflandırmaktadır. Ama, Risale-i Nur’ların okullara ders olarak konma karşılığında olsa bile, bir meselesinden asla taviz vermemek gerektiğini vurgular. Meslek ve meşrebe sadâkati bu derece önemli görür.
Bunun sebebi gayet açık: Esas olan çağımızdaki Kur’ânî ve Sünnetî ölçü ve prensipleri ispat edip izah eden Risale-i Nur’ların anlaşılması, yaşanması ve neşrine çalışılması. Yoksa, okullara ders olarak konması değil! Risale-i Nur’un geliştirdiği çağdaş meslek ve meşrep metodunun ne kadar önemli olduğu, Bediüzzaman’ın sadık hizmetkârı Gündüzalp’in yaptığı şu nakilden de anlaşılıyor:
“Üstadımız derdi ki: Eğer Şah-ı Geylani, İmam-ı Rabbani gibi zatlar gelseler ve ‘Said sen bu tarzda devam edersen şu birkaç biçarelerden başka şakirdin olmayacak. Hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını bir parça şöyle değiştirsen, bütün memleket senin şakirdin olacak; başvekil de, reis-i cumhur da şakirt olup gelip elini öpecekler’ deseler bu tarzımı bırakmayacağım.” Bediüzzaman’dan, “Nurun sadık kahramanı, kumandanı” ünvanını alan Zübeyir Gündüzalp, derslere gelenlerin dairede tutulmaya çalışılmasını ister ve şöyle derdi:
İmanı kazanmak kolay, muhafaza etmek zordur. Her Risale okuyan Nur Talebesi olmaz. Nur Talebesi, ihlâs, uhuvvet, sadâkat, tesanüt, metânet ve sebat düsturlarını taşımalıdır. (Kaygusuz, age.)
Buradan da hareketle şöyle bir hükme varmak mümkün: Kimileri Külliyatı baştan sona ezberlese bile; “Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olur, zıt bir mesleğe girerse” talebe ve kardeş ünvanını kaybeder. Zira, bilmek ayrı, amel etmek ayrıdır. Uygulamayı da ihlâs ile yapmak başka bir meseledir.
Bediüzzaman’ın bu husustaki direktifleri de yoruma meydan vermeyecek şekilde apaçık ve nettir:
“Risale-i Nur, bir daire değil; mutedahil daireler gibi tabakâtı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatı var. Erkân dâiresine liyakatı olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla; dâire haricine atılmaz. Haslar, hâsiyeti bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve sahiplerindeki esrarlar ve nâzik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 192-193.)