Gayet düzgün giyinmiş. Zengin biri olduğu belli... Konuşuyor da Türkçesi çok zayıf. Tonsuz, vurgusuz... Fıkra yok, espri yok...
Söyleyin; dili olmayanın nesi olur! Ve bunlar oralara nasıl gelir! Hey Yunus hey:
“Âdem mânâya derler;
Hırka ile taç değil...
Gönlün derviş eyleyen;
Hırkaya muhtaç değil...” demiş. Hırka düşkünü düşkünleri görmüş, demek ki...
***
DEMOKRASİ FAZLASI:
Sanki varmış da demokrasi kendilerinde; fazlasını oraya buraya dağıtacaklarmış; dünyayı dağıtarak...
***
DÜZENFEKTE:
Hayatımızdan ıvır zıvırları çıkarsak... Vitrinlerimizdeki o “süs” eşyalarından başlasak meselâ. Bizi meşgul eden onca şey var ki... gazete manşetleri gibi! Şöyle hafiflesek, şöyle netleşsek, diyorum! Burada hep kalacakmışız gibilendiriyorlar bizi! Evlerimiz de resmî dairelerimiz de okul müfredatları gibi; şu da olsun bu da olsun! Ne olacak? Bak; üçüncü dünyayız; “uç/uncu” dünya değiliz!
***
Sİ̇YAH-BEYAZ GÜNLER:
Eskiden siyah-beyaz tek televizyonda renkli açık oturumlar olurdu. Şimdi renkli televizyonlarda niye o eski, canlı fikir alış verişleri/müdavele-i efkâr yok? Siyah-beyaz günlere mi dönsek!
***
MENDİL:
Alınterimiz ve mendillerimiz vardı; nerede mendiller; terimiz mi soğudu; terlemeden mi geliyor bazılarına gelenler?!
***
VEFA:
Yıllar yılı... Sıkı fıkı arkadaşlık... Sırdaşlık... Sonra birdenbire... bozuştuk, küsüştük, ve saire...
Yoo... Ucuz değil bu işler öyle! Ya dün yanlıştı bu iş ya bugün... O zaman çıkaralım sözlüklerden vefayı, dostluğu, sırrı...
Hele hep uzaktan seyrediyordum. Şaşkınlığımı yazdım sadece. Çocuklarımıza anlatacağımız bir hikâyemiz olmalı; adresi, rengi, sözlüğü belli!
Yoksa koca bi’ tiyatro muydu bu!
***
YAKA KİRİ:
Allı pullu diplomalar alırız;
Gururu takarız yakalarımıza!
***
ŞEVK:
İçine dolanların heyecanı;
Sürüklüyor seni;
Tut(ma) kendini!
***
PAYLA/Ş/MAK:
Evet... Birbirini paylayan değil; paylaşan bir dünya ümidiyle...
***
ÖZLEM:
Her kişiyi, her hadiseyi kısaca her şeyi hür, demokratik, âdil konuşacağımız zaman ve zeminlere kavuşamadan kıyamet kopacak mı yoksa?!
***
HER NEFES:
Kitap diyor ki: “Başarı halka; başarısızlık komutana verilir.” Kural bu... Bizim yapıp ettiklerimiz bunun tam tersi...
Her insan Yaratıcı’yla teke tek muhatap... Bize her nefes pırıl pırıl bir hayat sunanla aramızı açanları bilelim diye... İş ciddî... Kabre yalnız gireceğiz.
***
ÇAĞIN ADI:
Nerden nereye geldik, deriz ya... Aslında bir arpa boyu yol almadık. İhtiyaçlarımızı çoğalttık. Daha çok koşuyoruz. Daha çok vergi ödüyoruz. Taş evlerimiz beton oldu. Ha, biraz rahat bir hayat... Mutluluk yani huzur yani rahat nefes almak nerelere gitti; bilen var mı?! Kitap, dergi, gazete mahremiyeti; yerini, bu aleni âletlere bıraktı. İyi mi oldu; zararda mıyız; işin orası tartışılır da... gelir toplama çoğaldı; adalet için Ömer gerekli. Gösteriş, şatafat, el gördülük çağındayız. Yok feza, uzay, internet çağı... Geç, geç! Telâş çağı, saldırgan devler çağı, sanal çağ, allı pullu yalanlar çağı, ölü devletler çağı, suskunluk çağı, ağıt/ gözyaşı çağı... üfffff! Pılınızı pırtınızı toplayın gidin de... gitmezsiniz. O zaman ey hürriyet ve huzur arayanlar; bu adamların oyuncaklarını ellerine vermenin bir yoluna bakalım. Nar inceliğinde sonbaharın farkında mı silâh yarışındakiler!
***
KAÇIŞ GÜZELİ:
Susmak mı konuşmak mı! S-öze uzak bir dünya... Daha daha çocuklarla konuşmak belki! Gençlerle... Pırıl pırıl... Zırıl zırıl büyükleri gördükçe... çocukluğuma, gençliğime kaçtığım bundan; ayıplamayın beni!