Anne be!
Ölecek miyiz, he!
Bu hayat böyle giderken…
Gözlerim gözlerine değmez mi olacak!
Birimiz burda…
Birimiz orda…
Kardeşlerim, babam…
Ve sevdiklerim bir bir…
Bir gün dağılacak mı bu sofra!
Evimiz, bahçemiz, kuşlar…
Anne be; susma!
Dünyadan sonra ne var?
Ne çok gidenler oldu öyle…
Mehmet Amca, Hediye Teyze…
Gider gelirdik birbirimize;
Şimdi nerdeler, anne!
Bak; saçları ipekten yavrum!
Yüzüne bakmaya kıyamadığım!
Bir gün evet biz de…
Düşeceğiz toprağın kalbine.
Fakat üzülüp ağlama yavrum!
Kaybolan hiçbir şey yok!
Bak; ben kaç bahar gördüm!
Kaç kışlardan sonra yine geldi bahar.
Hani ben özlerim bazen;
Ah, o eski günler derim.
Yazarım telefonuma bir “eski İstanbul;”
O siyah-beyaz filmler çıkar da gelir.
Eski evler, eski arabalar…
Çoktan kaybolmuş sokaklar…
Atların bile çektikleri de…
Bak; bir tıkla deeh deyip gittim tozlu tarihe.
Gözleri soru dolu, bilge çocuğum!
Ne sen vardın bu dünyada ne baban…
Hiç yoktan baban, sen, ben olduk.
Bizi böyle yapan; daha ne yapmaz!
Bi’ öpücük ver haydi; yor/ma beni!
Sen sordukça ben anne oluyorum.
Bir daha bakıyorum ağaçlara…
Çekirdeğin rüyasını ağaç yapana…
Öylesine kaynıyor ki içim…
Her yaprakta O’nu görüyorum.
Kır çiçeklerine bir daha selam veriyorum.
Gökyüzünü okşuyorum durmadan.
Çekirdeği renk renk güldüren…
Asmalara üzümleri seren…
Sevgisini ilan ediyor bize.
Seven üzmez canım yavrum!
Seni atar mıyım sokağa ben!
Sıkı sıkı tutmuşken ellerinden…
Sabah bir doğuş çocuğum; akşamlar ölüş…
O bitmeyen sabah gelecek; korkma!
[Her çiçekte işte o sevgiyi kokla!]