Hikâye malûm. Çoban, ben olmasaydım sürüyü kurt parçalayacaktı, demiş. Sürü sahipleri minnet ve şükranlarını sunmak için sıraya girmişler.
Çoban her görüştüğüne ‘’Ben olmasaydım…’’ diye tekrarlayıp duruyormuş.
Birisi de çıkıp, “ya Çoban Efendi, sürüyü kurtlardan korumak senin görevin. Bunun için sürü sahipleri sana görev verdi. Sen bu görevi zaten yapmak zorundasın. Görevini aksatıp sürüyü kurtlara kaptırsaydın hesabını vermek zorunda kalacaktın. Sürüyü kurtlardan korumakla aslî görevini yapmış oldun. Sen olmasaydın başka bir çoban o görevi yapacaktı…” dememiş. Belki de diyen olmuşsa da sesi bize ulaşmamıştır.
Gelelim günümüze. Sokakları temizleyen bir işçi, “ben olmasaydım sokaklarınızın halini düşünün,” bir öğretmen, “ben olmasaydım eğitimsiz kalacak çocuklarınızın hali,” bir fırıncı, “ben olmasaydım ekmeksiz kalacaktınız”, bir manav “ben olmasam sebze ve meyvesiz kalacaksınız” diyor mu? Çok şükür (!) demiyor.
Ama öğrencileri çalıştırma, sınavlara hazırlama görevi olan (resmî veya özel) bütün kurumlar, öğrencilerin başarısını nasıl da sahipleniyor. “Şu kadar öğrenciye sınav kazandırdık diyen kurumlar” (okul, dershane, kurs) neden “şu kadar öğrencimiz de başarılı olamadı” diye reklâm yapmaz.
Halkın, reyleriyle seçip gönderdiği siyasîlere ne oluyor ki, “ben olmasaydım, ben yaptım” diyerek halkın üstünde tahakküm kurmaya çalışıyor? Bu millet sizi hizmet edesiniz diye oraya gönderdi. Her şeyden önce halka verdiğiniz sözlerinizi yerine getirin. Çalışmazsanız ne olur? Size görev veren bir daha görevlendirmez. Bu kadar basit. Görev size gökten gelmedi. Sizi görevlendiren görevden almasını da bilir. Verilen görevi yapanların bunu halka iyilik diye lanse etmeleri aslında kişilik sorunu. Herkesi kendisine mecbur hissetmenin veya yaptığı hizmeti babasının hayrına yapıyor düşüncesinin bir göstergesidir. Başka izahı var mı? Kişilerin görevini tam yapmaları bir iyilik, hatta fedakârlık olarak görülürken, görevini aksatması normal görülüp binbir türlü mazeret üretiliyor. Böyle bir anlayışın yerleştiği toplumun fertleriyiz. Çoban hikâyesinin en incitici yönü hizmet ehline bakıyor. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhametiyle istihdam ettiği kul, yaptığı bu hizmetini sahiplenir, “Ben olmasaydım…’ derse, bu ne bir siyasînin ne de halka hizmet eden memur veya esnafın durumuna benzemez. Görevi veren Rabb’e karşı su-î edep, kul olmanın kaide ve kurallarına aykırı duruştur.
Söz ile bunu pek ifade eden olmaz. Söz ile ifadeden çok davranışlarımız ve cemaat içindeki tutumumuzla bunu sergilemek, bu sıkıntılı davranışlarımıza karşı, evvelâ vicdanımızı susturmak ve cemaate karşı da pozisyon kaybetmemek için başvurduğumuz izahlar ve bu izahlar için kutsî kaynak veya hatıralardan yararlanmalar kurtarıcı değildir. Tek Kurtarıcı, görevi omuzlarımıza yükleyen Yaratıcının rızasını kazanmaktır. Bu da, kulları ikna edip, kendi doğrularına (!) inandırmaya çalışmak değil; susturmak istediği vicdanının sesine kulak verip cemaatin (meşveretin) potasında erimektir.
Şunu çok iyi biliyorum ki yazmak ve konuşmak çok rahat ve kolaydır. Zor olan (nefsin hoşuna gitmeyen kararlara) uymak ve yaşamaktır. Ve daha da zoru; insanın kendi sözünü kendine dinletmesidir. Başkasına nasihat etmek kolaydır. Kendi nefsine nasihat etmenin zorluğunu herkes bilir.
“SEN OLMASAYDIN...”
Bir de kişileri havalandırmak, baş aşağı yuvarlandırmak için kullandığımız ‘’Sen olmasaydın…’’ zalimane söyleyişi var. Sonuçlarını düşünmeden iyi niyetle yaptığımız bu davranışımızın cezasını, hizmetin dışına iterek ona ödetiriz. Suçumuzu örtmek için de: “Kimseyi övmeyeceksin. Hemen kendisini dev aynasında görüyor” diye o kişiyi suçlarız. Halbuki, onu dev aynasının karşısına diken biz. Onun hizmetin dışına (bilerek veya çoğunlukla bilmeyerek) çıkmasına sebep yine biziz. Ama suçluyu başka yerde ararız.
Bir yazarımızın dediği gibi: ‘’Görevini hakkıyla yapan başarılı kardeşlerimizi övmeyeceğiz. Onları takdir edeceğiz. Takdir ederken bu özelliğinin Cenâb-ı Hakk’ın bir ikramı olduğunu hatırlatacağız’’
‘’Sen olmasaydın…’’ın tedavi reçetesini, Külliyatta aslına uygun şekilde anlamaya çalışıp, bu üzücü ve incitici, can alıcı hastalığımıza şifa olmasını Şafiî Hakikî’den niyaz edeceğiz.
Rabb-ı Rahim’in katında bunun bir duâ olması temennisiyle...