Allah insana ilk emrini “Oku!” diyerek verdi. (Alak, 1) Bu emir, sadece harfleri değil, varlığı okumaya bir davettir.
Çünkü Allah (cc), bir yandan kelâm sıfatının tecellisi olan Kur’ân’ı Peygamber Efendimiz (asm) vasıtasıyla göndermiş, öte yandan kudret sıfatının tecellisi olan kâinatı yaratmıştır. Her iki kitap da okunmak, anlaşılmak ve tefekkür edilmek içindir.
Kur’ân, insanın aklına, kalbine ve ruhuna hitap eder; kâinat ise gözle görülen bir ayetler mecmuasıdır. Kur’ân ayetleri “okunan ayetler”, kâinattaki varlıklar ise “yaratılan ayetler”dir. Biri kelâmla, diğeri kudretle yazılmıştır. Kur’ân da “Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, akıllarını çalıştırsınlar?” (Hac, 46) buyurularak insan tefekküre çağrılmıştır.
Üstad Said Nursî bu hakikati mealen şöyle ifade eder:
“Kâinat, kudret kalemiyle yazılmış büyük bir Kur’ân’dır. Kur’ân ise kelâm sıfatıyla yazılmış bir kâinattır.”
Ve yine Risale-i Nur’da Kur’ân’ı şöyle tarif eder:
“Kur’ân, şu âlem-i kebîrin tercümesi, şu kâinat kitabının tefsiri, şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının bir tercümanı, Allah’ın güzel isimlerinin açıklayıcısıdır.”
“O, insana hem Rabbini tanıttırır, hem kâinatı okutur, hem de insanın kendini anlamasına vesile olur.”
Bu bakışla bakan insan, her varlıkta İlâhî bir imza, her harekette Rabbanî bir hikmet görür. Dağlar, denizler, gökyüzü ve hatta bir çiçek yaprağı bile Allah’ın isimlerini okutur. Peygamber Efendimiz (asm) de “ Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır” buyurarak bu okumayı teşvik etmiştir.
Gerçek okuma, insanı Allah’a yaklaştıran okumadır. Kur’ân’ı akılla, kalple, kâinatı ibretle okumak… İşte bu iki kitabı birlikte okuyabilen hem ilimle nurlanır, hem imanla huzur bulur. Kur‘ân ve kâinat iki kitap. Biri kelâmla, biri kudretle yazılmış. Her ikisini de okuyabilen, hakikatin yolunu bulur.
Rabbim, bize her iki kitabını da anlayarak, kabul ederek okumayı ve okuduklarıyla amel etmeyi nasip etsin.