“Tek kişilik yönetim”in yatırım, üretim ve istihdamdan yoksun, faiz ve döviz kıskacındaki ekonomi politikalarını eleştiren muhalefete “mandacı” diyen Cumhurbaşkanı yine aynı tahkirleri savurmuş.
Çarpıcı olan, her konuştuğunda dövizin artıp TL’nin düşmesini tetikleyen Cumhurbaşkanı’nın dövizin yükselmesine karşı “ekonomik kurtuluş savaşı”ndan dem vurup çöküşteki ekonomiyi övmesi.
Partisinin il başkanları toplantısında “Kur ve faizde oyunun farkındayız. Kurdaki yükselişi bahane ederek hiçbir mantıklı izahı olmayan fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara göz açtırmayacağız” dediği, ardından “Erken seçim olmayacak, 2023 Haziran seçimlerinde hem cumhurbaşkanlığını kazanarak, hem ‘cumhur ittifakı’ olarak Meclis’te çoğunluğu elde ederek rekoru çok daha ileriye taşıyacağız” çıkışıyla doların 13 lirayı aşması.
Belli ki, kimse artık Saray’dan gelen “dış güçler” ve benzeri propagandalara artık kanmıyor, vatandaşlar tam tersine tepki veriyor…
YÜKSEK FAİZ POLİTİKLARI…
Bir başka garabet faizle ilgili söylem ve eylemde ortaya çıkıyor.
Bilindiği gibi sık sık “Ekonomiyi ben yönetiyorum, ben!” diyen Cumhurbaşkanı, yüzde 5-6’larda seyreden faizlerin AKP iktidarında üç – dört katına katlanmasından yakınarak, “Özel bankalarda faizin yüze 50’ye çıktığı ortamda reel sektör nasıl ayakta kalır!” diye faize karşı olduğunu tekrarlamış ve bu vetirede Merkez Bankası başkanları ile yardımcıları görevlerinden alınmıştı.
Bu arada doların 7 lirayı aşmamasını sağlamak uğruna Hazine’nin içini boşaltmakla 128 milyar dolar rezervin nereye ve kimlere gittiğinin akıbeti hâlâ bilinmezken, yüksek faizle borçlanan Türkiye’nin borç ve faiz bataklığına sürüklendiği vetirede ilk kez “Borçlanma Genel Müdürlüğü” kurulurken, “kurdaki artışın “ekonomiye iyi geleceği ve istihdamın artacağı” garabetleri sergileniyor.
Ancak en çarpıcısı, bu süreç içinde “faiz karşıtı” nutuklar karambolunda Türkiye’de tarihinin “en yüksek faiz politikaları”nın uygulanması ve “iktidara ilişik medya” yorumcularının, -bir hesaplamaya göre- dolar ve dövizin rekor üstüne rekor kırmasıyla bir dakikada 200 bin, bir günde 300 milyon, bir ayda 1.5 milyar lirayı aşan fahiş faiz ödemesini “iktidarın başarısı” (!) olarak parlatmaları.
Yüksek faize rağmen yüzde 7 fahiş faizle bile para bulamazken, Türkiye’nin Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirilmesinin, her fırsatta “faize karşıyım” diyen Cumhurbaşkanı’nın iş dünyasını “faizli kredi almaya çağırması”nın bir “matahmış gibi sunulması.
FAİZE KARŞI, AMA “FAİZLİ KREDİ” ÖNERİYOR!
Bu açıdan SP Genel Başkanı Karamollaoğlu’nun “Dövizle para biriktirmeyen herkes felç. Dövize ihtiyacı olan bütün sanayici felç. İthal edilen kalemler kendi maliyetlerini yükseltmiş. İster istemez iç piyasada da buna dikkat ederek alım yapacak. O yüzden sizin faize karşı olmanız hiç de önem taşımıyor” ifadesiyle, “19 yıldır iktidarda olan parti, bu kadar zamanda eğer ki faizsiz bir ekonomi kurmak isteseydi o adımları atardı. Devlet kendisine borcu olan şahıslardan vergiyi tahsil ederken gecikme yaşanırsa hemen faizi bindiriyor mu? Bindiriyor. Devlet kendi alacaklısından gecikme faizi alıyorsa, Merkez Bankası’nda faizi indirdim, çıkardım durumu değiştirmez” değerlendirmesi dikkat çekici.
Aslında muhalefetin “bu konuda nas varsa faizi kaldırın” çağrısıyla, “madem faiz sebeptir, enflasyon neticedir’; ve maden faize karşısınız, -hiç olmazsa- o zaman çiftçinin, esnafın, iş dünyasının kredi borçlarındaki faizi silin, sıfırlayın” çağrılarına iktidarın bigâne kalması, faiz belâsını kaldırmak bir yana vatandaşların borçlarının faizlerini biriktirip faiz belâsını milletin sırtına yüklemesi ayrı bir garabet olarak sırıtıyor.
Ve bir yandan “faiz haramdır” derken, diğer yandan iş dünyasına “gidin bankalardan faizli kredi alın! Neden faizli kredi almıyorsunuz!” diye veryansın etmesi bir başka çelişki olarak kayıtlara geçiyor.