Seçim memuru olarak gittiğim köyde Medresede iki muhtar adayı ve yakınları karşılıklı oturmuşlardı. Biz de yüksekçe bir kanapede oturmuştuk.
-Niye aynı aşiretten iki sülale olduğunuz halde ayrı ayrı muhtar adayı çıkardınız? Hem de ölümüne bir hırsla bunu istiyorsunuz?
Muhtar adaylarından birincisi,
- Benim akrabalarımda 200'den fazla seçmen var. Toplam seçmen 600'ü aşkın. Fakat bizde erkek sayısı daha fazladır. Köyümüzün namusunu korumak bize düşer. Onun için muhtar bizden olmalı.
- Tamam da hangi devirde yaşıyoruz? Memlekette kanun var. Bizim akrabalarımızın hane reisi erkeklerin çoğu yurt dışında çalışıyorlar. Çoluk çocukları buradadır. Kanun çoğunluğun oyunu esas alır. Madem biz çoğunluktayız. Öyleyse muhtar bizden olmalı.
Kanun serbest ve hür bir şekilde gizli oy açık tasnifle kullanılan geçerli oyların çoğunluğuna göre hüküm koymuştu.
Biz uzun yıllar Kur'ân'ın bu asırdaki manevî mu'cizesi hükmünde tefsiri olan Risale-i Nur'dan ders almıştık. Bu problemin çözümü de oradaydı.
-"Hâfız-ı Şirazî'yi dinle.
"Dünya öyle bir meta değil ki, bir nizaa değsin." Çünkü fânî ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın!.."
"Madem muhabbet adavete zıddır. Ziya ve zulmet gibi, hakikî içtima edemezler. Hangisinin esbabı galib ise, o hakikatıyla kalbde bulunacak; onun zıddı hakikatıyla olmayacak."
"Elhasıl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adavet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister, birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağlamasına bahane olur."
Üstad ne kadar güzel anlatmış. Başka söze ihtiyaç yok. Biz de Bediüzzaman'ı tanıtıp Risale-i Nur'dan bahsettikten sonra her biri kanun gibi bu cümleleri okuyup izah etmeye çalıştık.
* Dünya ve dünya hayatı fânî olduğundan düşmanlık ve kavgaya değmez.
* Hem iman cihetiyle, Allahınız bir, razıkınız bir, hayat vereniniz bir, memleketiniz, devletiniz bir. Aynı bayrağın altında hürsünüz. Aynı köyde ceddiniz bir, ölülerinizi defnettiğiniz kabristanınız bir. Bu kadar birlikler sizleri muhabbetle birbirinize kenetler. Böyle bir muhabbetle çarpan kalbinize onun tam zıddı olan husumet aynı anda girebilir mi?
Sabaha kadar süren sohbetlerimizden sonra kalbdeki husumete husumet edip muhabbetle doldurduk.
Sabah ezanına kadar süren sohbetlerden sonra mollaların da araya girmesiyle herkesin razı olduğu bir sonuca ulaştık. Sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra öğleye kadar uyumak üzere dağıldık. Öğle vakti birlikte sabah kahvaltı ve öğle yemeği ağırlıklı karınlarımızı doyurduk. Herkese güven verecek bir usülle bir saat içinde seçim sonuçlandı. Herşey kanunî olarak düzenlenip kayıt altına alınarak herkesin hayır dualarıyla seçim aracı ile köyden ayrıldık. Adliye önüne geldiğimizde saat 23'30 u bulmuştu. Araçtan iner inmez reis beyle karşılaştım. Sağ salim dönmemi bekliyormuş. Elimdeki torbayı seçim kuruluna teslim etmek üzere bir görevli ile gönderdi. Tekrar tekrar sarılarak sağ dönüşüme şükretti. Kulağıma eğilerek,
- Geride kaç ceset kaldı?
- Hiç! Birbiriyle sarmaş dolaş muhabbetle kucaklaşan insanlar kaldı.
Çok şaşırmıştı. Odasına çıkıp oturduğumuzda olanları anlattım.
- Şarkı ayağa kaldıracak dindir. Batının felsefe oyunları onların ruhundan çok uzaktır.
Kucaklaşıp ayrılırken bile hâlâ soruyordu.
- Köyde ceset kalmadı değil mi hocam?